Salı, Mart 30, 2010

Dünyayı Düzeltmek...

Bir haftanın yorgunluğundan sonra baba Pazar sabahı kalkmış eline gazetesini almış ve akşama kadar oturup dinlenecek olmanın keyfini çıkartmaya başlamış. Ama baba bunları düşünürken oğlu yanına gelerek kendisini parka götürmek için geçen hafta söz verdiğini hatırlatmış. Canı hiç dışarıya çıkmak istemediği için bir bahane bulup evde oturayım , dinleneyim diye düşünmüş. Birden gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritası gözüne ilişmiş. Bu haritayı hemen parçalara ayırmış ve oğluna uzatmış;

"Bu haritayı birleştirebilirsen hemen gidelim parka" demiş.

Ardından da içinden derin bir oh çekmiş;

"dünyanın coğrafya profesörlerinden birini getirsen yine de toplayamaz. Bunu iyi akıl ettim" diyerek sevinmiş.

Aradan 10 dakika geçmeden çocuk koşarak babasının yanına gelmiş. “Baba haritayı düzelttim, parka gidebiliriz” demiş.
Adam önce inanmamış ve görmek istemiş. Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş. Çocuk demiş ki;

“Bana verdiğin haritanın arkasında insan resmi vardı........


İNSANI DÜZELTİNCE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ

Pazartesi, Mart 29, 2010

civciv muhallebiler,yumurta'dan yeni çıktılar :)

**yaz çocuğu olduğumdan mı acaba güneşli günlere bu kadar düşkünlüğüm benim.
**saatler ileri alınınca akşamları eve yürüyerek gitme mutluluğuma da kavuşmuş oldum diyebilirim aylar sonra,sizlerede tavsiye ederim tefekkür edebileceğiniz harika bir zaman dilimi yürüdüğünüz anlar,kıymetini bilmelisiniz bence.
**yaz güneşinin ışıkları bikez ısttımı içimi,heyecandan içim içime sığmaz olur benim,beni mutlu eden işlerle meşgul olmak isterim,işte tatlı seven biri olarak,mutfakta vakit geçirmekte böyle bişey benim için.
velhasıl sizlerle bildik bir tarifin küçük dokunuşlarla nasıl farklı bir görünüme kavuştuğunu göstermek istedim aslında bu yazımda.yani bildiğiniz muhallebi, yada şöyle diyim,resme bakın bakalım bildiğiniz muhallebi mi ^_^
Malzemeler
10 çorba kaşığı toz şeker
3 adet yumurta sarısı
1.5 su bardağı su
1 adet limon suyu
3 çorba kaşığı un
Süslemek için:
1 su bardağı hindistan cevizi
15 adet kuru kayısı
1 çorba kaşığı damla çikolata
Hazırlanışı
Muhallebiyi hazırlamak için toz şeker, yumurta sarıları, un, su ve limon suyunu tencereye alıp iyice çırptıktan sonra devamlı karıştırarak koyu muhallebi kıvamına gelinceye dek pişirin. Daha sonra streç film kaplanmış minik kâselere paylaştırın. Buzdolabında soğutun. Soğuyan muhallebileri servis tabağına ters çevirerek çıkarın. Üstlerini hindistancevizi ile kaplayın. Daha sonra kayısıları ikiye bölüp, civcivin ayak kısımlarını oluşturmak için, tabaktaki muhallebiyi hafif kaldırıp altına yerleştirin. Yine yarım kayısıyı gaga olarak yerleştirin. İki adet damla çikolata ile göz yapın.

Cumartesi, Mart 27, 2010

vakti geldi gibi :)

artık zamanı geldi sanırım kızımın kardeş isteklerine cavap vermemizin,Alalh'tan herşeyin hayırlısını istiyorum tabi herzamanki gibi,bakalım ne zaman nasip olacak,yada olacak mı bekleyip görelim:)
bir kadının her ay sadece %25 hamile kalma şansı olduğunu hatırlarsak,bikez daha o mucizeyi verenin önünde şükürle hamd ederiz nimetlerine.
gönlümden geçek ikiz çocuk meselesini bilmeyen kaldımı bilmiyorum:)ama benim içime bu arzuyu yerleştirenden hayırlısıyla banada nasip etmesini istiyorum her zamanki gibi,dileyene dilediğini veren Rabbim,günahsız ağızla yapılan dualar hürmetine banada nasip eder inş.yok eğer nasip etmesede beni benden iyi tanıyan ve düşünen bir Rabbin kulu olarak,iyiliğim için vermediğinden asla şüphe etmeyeceğim,(yinede gönül istemekten uzak kalamıyo ve buraya bu yazıyı yazdırıyo bana şimdi:P
sizlerde dua edin inş aklınıza her düşüşümde bizlere,ve tüm bebek isteyenlere :)
sevgilerle gül kokulu canlarım benim...

Cuma, Mart 26, 2010

evlilik dedikleri şey bizim ailede..

bugün güzellikleri yazmak istiyor canım,ne zamandır o kasvetli,(paranoyak demek daha doğru bi parça belkide)halimin esiri olmuş ümitsiz cümleler kurmaktaydım,hatta hiç yazasım bile gelmiyordu,aslında eşimle,tamamen ailevi bazı sıkıntılarımızı konuşmayı beceremeyip,içimizde hıncımızı biriktirmemizden kaynaklanıyordu bu halimin sebebi,
bizim evde ortalık soğuyunca kavga çıkmaz hiç,bunu demişmiydim daha önce hatırlamıyorum,ama uzun bi sessizlik basar evi,bir nefes aldığımızı hissederiz,birde arada gözümüze birbirimizin asık suratı ilişir,hemen başımızı başka yöne çevirir,çocuk gibi davranışlar sergileriz,beraber yemeğe oturmayız,gözlerimizi kapatıp uyuyo numarası felan yaparız gibi :)
işte geçenlerde biras benim aşırı hassaslığım,biras eşiminde eşref saatlerinin bitimine denk gelmesi diyelim,ne derseniz işte,şeytana pirim verdik iki üç gün kadar(bu arada şeytanın en sevdiği şeylerden biride eşlerin arasının bozuk olmasıymış,aklımada gelmişken atlamıyim,siz siz olun iyi geçinin eşinizle)
velhasıl birikenlerin diyetini yine benim gözyaşlarım ödedi,faturayı ağlayarak ödedim,hesap kapandı, ve şimdi yeniden sıfırlanmış kilometre ayarlarıyla devam ediyoruz hayata:)
farkediyorum çoğu zaman kendimizle ilgili konuşurken savunma sperleri oluşturuyoruz biz.başka çiftlerdede varmı bilmem ama kendimize sakladığımız halimizin bi parça meydana dökülüşünün rahatsızlığı belkide,yada ruhumuz daha bütünüyle olgunlaşamadığından,incitici sözler gerçekten kırıyor bi yanlarımızı kalbimizde,ve bizde bir adım geri çekip kendimizi,yüzeyselleşiyoruz gibi,yani ögrünen bu bizim manzarada,
geçen yıl gittiğimiz bir seminerde aile ve evlilik uzmanı konuşmacının anlattığı gerçek bir hikaye vardı muhtemelen yazmışımdır bi parça eski yazılara,ama hatırlamak hiçte fena olmaz aklımıza gelmişken.
(bir ege kasabasında röpürtaj yapan televizyon programcısının sorular yönelttiği teyzenin evlilik üzerine kurduğu cümleler de gizlenen gerçekler.
**TVP:televizyon programcısı / T:teyze..)
TVP: kırkbeş senelik evlisiniz ve aranız çok iyi amcayla,şimdiki evlilikler kırkbeş gün sonra çatırdamaya başlıyo,bunun bi sırrı varmı,şimdiki gençlere ne söylemek istersiniz?
T:oğlum,şimdiki gençler eş seçerken dört dörtlük insan arıyolar,ama unuttukları bişey var ki dört dörtlük kimse yok şu hayatta,
dört üçlüğünü bulursan takkeni göğe atçen,
dört ikiliğine denk gelirsen,hayatın deh çüş der gibi bir ileri bir geri geçip gidecek,
amma dört birliğinede düştünmü aha işte o zamanda cehennemin stajını bu dünyada yapcen,orada eziyetleri görünce,ben bunları biyerden hatırlıyodum dersin,demiş.
konuşmacı uzman bu kıssayı şöyle bağlamıştı,dikkat ederseniz teyzenin standartlarında dört dörtlük insan olmadığı gibi dört sıfırlık kimsede yok.
bencede bunu hatırlayarak yaşarsak birçok neden ve niye diye başlayan cümlelerimiz cevap bulacak gibi içimizde.
velhasıl huzur dolu bir yuva istediğim sadece kendimede sizlerede :)

Çarşamba, Mart 24, 2010

ben = vesaire...

kimin umrunda olmayı umdun şu hayatta,
ve kimin umrundasın,
verdiğin ve alamadığın,
cesaret edipte alamadığın,
ne farkı varki sonuç değişmiyorsa,
üstelik umursayanın bile yokken şu tuhaf halini..

*****
*****

pişmanım,
ve keşkelerim daha çok pişmanlıklarımdan,
bir bardak su içsem üstüne,
canımı yaktığı zamanlarda herşeyin,
gömsem başımı kumlara,
hiçbişey düşünmeden,...

*****
*****

sen kaybetmek nedir bilirmisin,
heyecanın doruğundayken,
yada al al bi ateş basmışken yanaklarına aşktan,
adı konulmamış bir hayal kırığı çöküpte yüreğine,
hiç kaybettin mi kendini,

*****
*****

-burası yetenekleri gösterme programı değil mi?
-evet,burası,
-bende yeteneğimi göstermeye geldim bayım.
-peki senin yeteneğin nedir?
-çok güzel ağlarım ben,
susmamacasına,
durmamacasına...

*****
*****

acizliğimin şahidi bir adam vardı yanıbaşımda,
ben adamı severdim,
onun beni sevmediğine emin olarak,
neden sevmedi bikez bile beni,
hiçbir zaman bilemedim,
ve neden sevdim onu,
canımı böylesine yakarken,
bunuda anlayamadım...

*****
*****
(yazan:zeynep melike)

Pazartesi, Mart 22, 2010

hi, is there anyone?

sana gülüm demiştimya,o gül soldu,
hani bu son demiştimya,o gün sondu...
bugün sabahtan beri dilime takılan şarkıdan küçük bi alıntı,neden bukadar içime işledi aslında bi fikrim var,ama burayada yazmayı hiç istemiyor canım,"ne kaldı geriye zaten,bir sürü boş hatıra"diye başlayıp yine bu cümleyle bitiyor şarkı,sanırım canımın yazmayı istemeyişindeki ruh halide bu cümlede gizli :P
aslında yandaki resime güsel bi şiir yazmaktı niyetim,ama bugün şiirde yazmak istemiyorum,neçok istemediğim şey varmış bak şimdi farkettim,
madem ortaya karışık çoban salatası tadında bi yazı olacak gibi gözüküyor yazının gidişatı,öyleyse aklıma gelen herşeyi yazmalıyım,
/cumartesi babannemin mevlütü vardı,o kadar kalabalıktı ki,bu çok hoşuma gitti benim,uzun zaman sonra bir sülaleye sahip olduğumu hatırlamak cenaze vesilesiylede olsa duygulandım.
/haftasonu çok beğendiğim abiye bir kıyafeti alamadım,yine istediğim bedeni bulamadım,nedense hiç şaşırmamakla birlikte herzamanki kadar üzüldüm,
bu abiye meselesi benim içimde uktedir biliyormusunuz,hep üzeri taşlarla süslü beyaz bi abiye elbisenin hayali süslemiştir rüyalarımı,ama evlenirken bile böylesi elbise giymedim,aslında hayatımda hiç gece kıyafetim olmadı benim,şöyle janjanlı,neyse bak aklıma gelince yine bi ağırlık çöktü üstüme:)
/amcamın kızlarınıda gördüm mevlüt vesilesiyle,elifin üç çocuğu var,etrafında anne diye seslenen birçok çocuğu olması insanın bende tarif edilemez bi yer buldu izledikçe onu,zaten üç çocuk hayalim vardı,ama bi kez daha emin oldum bundan,en az üç çocuğum olmalı Allah'ın izniyle,ama tabi hepsinden önce hayırlısı.
/hayatımdaki polyannaya pazar günü izin vermeyi denedim,evde taşlar yerinden oynadı gidişiyle,nerdeyse eşimle koca eve sığamadık,iki yabancı insan kadar yabancılaştık birbirimize,ben kendimi temizliğe verdim,o derslere,şükürki polyanna geri döndü gece 11 gibide aramızı buldu bizim,uyumadan önce barıştık velhasıl,
/teyzemin kızı müzeyyen ablamın oğlu oldu biliyorsun adınıda eşim koydu,hayatlarına bereketi ve umuduyla geldi sanki bebek,o kadar denilenlere rağmen şükür ki sağlıklı,adınıda umut koydular,gelişine yakışır bir isim oldu bencede,
/çocukluğumdan komşumun oğlu nihat vardı,kaç yıllardır görmemiştim onu, hala eski mahallede yaşamasına rağmen hiç karşılaşmamıştık,bu haftasonu onuda gördüm,ama koltuk değnekleriyle,askerde yanlış ilaç tedavisiyle kemik erimesi olmuş,sizede olurmu böyle,ne zaman üzüntülü bir şeyle yüzleşsem kelimeler yok olur ortalıktan,uzun bi suskunluk basar üzerime,sıktıkça sıkar ruhumu bedenim,yine böyle oldum işte onu görünce,
/uzun zamandır leylayla telefonda ağlaşmamıştık,gerçi bu sefer o benden daha birikmişti sanırım,insanın hayatında içini çeke çeke ağlayabileceği birilerinin olması çok başka bişey,yani ağlama demeden,ne oldu niye ağlıyorsun demenden,öylecene yanında olduğunu hissettiren soluk alışı yeter sanırım,
/ve son olarak artık çok istediğim birşeyim var,güney koreden bir arkadaş:) evet daha çok yeni bir arkadaşlık ve benim paratikten yoksun ingilizcemle biras yavaş ilerliyoruz ama yinede sanırım yıldızlarımız tuttu,ben öyle hissediyorum en azından,(gerçi kore ile türkiyedeki 7 saatlik zaman farkıda olumsuz bi etken yavaş ilerlememizde,ben yatarken o yeni bir sabaha çoktan merhaba demiş oluyo:) hayırlısı bakalım,amaan neyse işte,
şimdilik böyle bişeyler bendeki,işte bildiğiniz ben sendromları daha...
not: (yukardaki resim güney kore yapımı TRT 1 de oynamış olan DÜŞLERİMİN PRENSİ dizisinden,süper ama dimi ^_^

Pazar, Mart 21, 2010

kaç zaman oldu pervin haberleri yazmayalı.





pervin kelimenin tam manasıyla tam bi dilli düdük:)


evet,herşeye verilecek bi cevabı var,bazen ne cevap vereceğimizi şaşırtacak kadar dumur ediyo bizi.

örneğin geçen gece kızım uyu bakma televizyona diyorum,cevap gecikmiyo'ama babamla siz neden yatıp uyumuyorsunuz da televizyona bakıyorsunuz,neden sadece bana uyu diyorsunuz':)bunun gibi birsürü laflar,

işe gönderirken bizi,babasına ve bana hayırlı işler patronunuza selam söyleyin diyo mesela,başım şişti şunun sesini kısın biras dedi geçen televizyon açıkken,habire bişeyler anlatıyo,

ben kulak dolgunluğu olsun diye yabancı kanallar açıyorum bazen,bi kere izleyince bile aynısını tekrarlayabiliyo,korece film seyrediyordum geçenlerde,anne bunlar ne diyo dedi,bende korece konuşuyolar dedim,unutmamış onu,annanesindeyken teyzesi bir iki kelime yabancı cümle söylemiş heralde,hemen cevap hazır:teyze ne diyon bana korecemi öğretiyon yoksa sende:)

hep dediği bişeyide yazayım son olarak "anne o kadar diyorum diyorum bana bi kardeş alın diye dinlemiyosunuz beni yaa uf yaa uf (çok bilmiş fındıkzade:D

bilgisayarın başından kalkmalıyım,daha çok şey var pervin için yazılacak,ama bi virgül koyuyorum bu yazıya şimdi,

Cumartesi, Mart 20, 2010

DEĞERİNİ BİLMEK, KIYMET BİLMEK...

Vaktiyle bir BİLGE HOCA , yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin

seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip

iri bir nesne verip: "Oğlum" der "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç

para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan

sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar.

İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar .

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir;

sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği

nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gidir: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der

"benim semerlere iyi süs olur. Bundan "kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna

bir on lira veririm."

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce

yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir PIRLANTAYI, MÜCEVHERİ nereden

buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira

istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm."

Öğrenci, "Hayır veremem." diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya

başlar:

"Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim."

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini

istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi

karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki

nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu OYUNCAK olarak görenler, Diğer

tarafta da PRLANTA, MÜCEVHER diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen Öğrenci büyük bir şaşkınlık içinde başından

geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"

Öğrenci şaşkınlık içinde "Çok şaşkınım efendim. Ne diyeceğimi bilemiyorum.

Kafam karmakarışık " diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap veriri "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini

bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir."

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden KUYUMCULAR mutlaka vardır.

Çarşamba, Mart 17, 2010

öylesine..

bir veda öncesi şaşkınlığı yapışmış üzerime şimdi,
şunu da diyeyim dediğim hiçbişey dökülmüyor dilimden,
gözlerimde asılı o puslu bakışlarını terkediyorum bu veda sonrası işte,
hiç kolay olmayan bir ayrılışın karşısında,
böylesine dik duruyorken,
ve sonu belli olmasada gidebilmeyi göze almışken,
işimi kolaylaştır neolur,
bırak,
bikez bile tutmadığın ellerimi..
*****
*****

böylesine göz önünde yaşamak tüm hissedilenleri,
hiçbir zaman acıdan başka bişey getirmedi bana,
işte bu yüzden,
sırf bu yüzden,
çıktığım bu denizaşırı seyehatten vazgeçip,
hayaller ülkemin polyanna prensesi olarak yaşamaya karar verdim,
ölene dek...
*****
*****

birisini,
kim olduğunu yada sizden nekadar uzakta olduğunu düşünmeden,
sadece biyerlerde var olduğunu bilip,
sevmek,
hiç başınıza geldimi sizin,
bana bikez yakından geçti,
tüm renkleri birbirine karıştı hayatımın,
o günden sonra siyahla beyazım,
gölgesinde kaldı tüm renklerin...
*****
*****

(YAZAN:ZEYNEP MELİKE..)

Pazartesi, Mart 15, 2010

babannem öldü benim.

öylesine lal olmuş bir durumdayim ki son üç gündür.
oysa herşeyi bir bir anlatmak istiyorum,yüreğimde hissettiğim,aklımdan geçenleri,dilime dökülemeyenleri bir bir yazmak..bu kadarını bile yapmak hiç kolay değil sanırım,on dakikadır ellerim klavyede öylece oturduğuma bakarsak..
babannem öldü.
nerdeyse bir asrın şahidi gözlerini kapadı bu dünyaya,ve bu alemden ayrıldı.
geriye kalan yüzlerce anı var biras durup düşününce,ve hepsi bu.
hani dünya yalan diyorlarya,dünyadan daha yalan olan insanın kendisi,kaç yıl yaşarsan yaşa netice,şeb-i aruz da nişanlı olduğun ölüme kavuşmak.cevabı hangi şıktı diye düşünmeye gerek olmayacak açıklıkta bir final sorusu,yani bütün şıklar aynı,neresinden sorarsan sor bu sorunun cevabı aynı,dünyaya geldiğinde nişanlandığın ölüm gerçeği.
düşünüyorumda ne çok şeye,korkunç derecede bağlanıyoruz şu dünyada,oysa sahip olduğumuzu sandığımız şeyler sabun köpüğü kadar gerçek değil düşününce,yani hiçbişeyin garantisi yok,ve dünya da,beş para etmiyor tüm çekiciliğine rağmen,
bu kadar gerçekliğiyle apaçık olanın ölüm olduğunu bildiğimiz halde neden tırmalayıp duruyoruz onca hırsımızla dünyada daha fazlası için,verdiğin nefesi geri alamadığın anda,yada aldığını veremediğinde,hey dostum işte vaden buraya kadar denildiğinde,ne anlamı kalacak ki,biz ardımıza bile bakma lüksümüz olmadan şu alemden göç ederken,dünya ve içindekiler dönmeye devam edecek ardımızda,üstelik uğraşıp biriktirdiğimiz,sahip olduğumuzu sandığımız herşeyde ardımızda kalacak,çünkü bu dünyaya ait olmayan bir biz olacağız ölünce,
babannem öldü.
hayattayken korktuğunda çocuklarının ismini söylerdi nerdesiniz diye,o tabutun içinde giderken hiç sesini duyamadım,necip fazılın dediği gibi gidenler yerinden memnun olmalı ki hiç geri gelen yok.
babannemi anlatmaya başlasam bitirememekten korkuyorum yazıyı,bu yüzden sadece şunu diyebilirim,dünya ve içindekilere dair korku nedir bilmeyen bi yüreğin sahibi,cesurmu cesur tam bir osmanlı kadınıydı,biras tatlı huysuz,bazen insanın damarına damarına basan,ama küçücük birşeyde bile hıçkırıklarla ağlayabilecek yufka bir yüreğin sahibiydi o.
hep dua ederdi ölmeden önce yataklarda yatmayıp kapıları gözlememek için,kimseye yük olmamak için,ve dediği gibide nasip etti rabbim ölümünü,93 yaşındaydı,ve hastalığı ağırlaştığından bir gün sonra cuma günü tam sela okunurken teslim etti ruhunu,ağzındaki son yudum zemzem suyuydu bu dünyadaki son nasibi,inşaallah kolay ve imanlı bir ölüm olmuştur.ve kimselere yük olmadan göçüp gitti güneşli bir mart günü onbinlerce kelime-i tevhidlerle..
yıllardır isimlerini unuttuğum simalarını bile zar zor hatırladığım yüzlerce akrabalarımız ve komşularımız vardı cenazesinde,bukadar insanı biraraya getirdi giderken,düşününce büyük bişey bu,biz ölünce ardımızda kaç kişi toplanacak korkmuyor değilim bunuda düşününce..
babannem öldü benim annanemin kızkardeşi,babamın annesi,annemin teyzesi,
bir devrin şahidi koca bir çınar devrildi ocağımızda,keşke demek iyi değil biliyorum ama,biras daha fazla dinleseydim hatıralarını,biras daha fazla dizinin dibinde otursaydım,ve ellerini tutsaydım uzun uzun.
pervin geçen akşam yanıma gelip usulca eğildi ve kısık bi sesle şunları dedi gözlerime bakarak"anne biliyormusun nenen ölmüş,hani varya senin koca nenen işte o"..
nedense bi türlü inanamıyordum babannemin öldüğüne,bu söyleyişin ardından çok acıdı kalbimde neresi olduğunu kesitiremediğim biyer,ve sesimi koyverip ağlamak geldi içimden,gidene azap vermesin diye tuttum kendimi,ısırıp dudaklarımı içime attım çığlıklarımı,
dudaklarım acıdan sızlıyor iki gündür,yüreğimse dudaklarımın sızısını aratmayacak kadar yakıyor içimi,
babannem öldü,
Allah rahmet eylesin,
mekanı cennet olsun,
bizlerede hayırlı ve hesabı kolay bir ölüm versin Rabbim...
(inna lillahi ve inna ileyhi raciuun)

Perşembe, Mart 11, 2010

bir,iki..güney kore aşığı kalmasın...

uzun zamandır içimde yaşadığım bir aşkı itiraf etmenin zamanı geldi diye düşünüyorum,yakınımda olanlar yada kenarda köşede bahsettiğim zamanlardaki yazılarımı okuyanlar bilirler,ama hiç uzun uzun yazıpta bir konu başlığı altında dile getirmemiştim sanırım bu duygularımı.
evet ben kelimenin tam ifadesiyle bir güney kore aşığıyım arkadaşlar :)
çocukluk ve ergenlik yıllarımdan kalma bir asya insanı sempatizanlığım hep olmuştur aslında benim,ama bu korelileri tanıyınca içimdeki tüm taşlar yerine oturdu diyebilirim,sanki yurtdışında doğup büyüyen ve ailesi türkiyede olan hani böyle hasretle buradaki sevdiklerine kavuşmayı bekleyen gurbetçi güsel insanlar vardırya,işte öyle bi duygu benimde içimde yer bulan,artık kaç kuşak ötesindendir bilemem ama kesin bir bağım var benim bu şirin insanlarla diye düşünüyorum,sempatiden öte,akrabalık sıcaklığı duyuyorum bunlara ben:)
kültürleriyle yaşayışlarıyla,sıcakkanlılıklarıyla,okadar bize benzeyen yönleri varki bunların,
aslında bi o kadarda ayrı yönlerimiz,maalesef,din noktasında çok karışık bir toplum,müslümanlar az sayıda,bilirsiniz yakın geçmişimizdeki kore savaşında oraya giden müslüman türklerin vesilesiyle tanışmış bi çoğu islamla,başkentleri seoul de büyük bir cami bile var,inş. rabbim sayılarını çoğaltsın diyorum,
birde yemek kültürümüz apayrı diyebilirim,harbi insancıklar denizden babam çıksa yerim abi söyleminin muhatabılar sonuna kadar,balık dışında ömrünüzde görmediğiniz çeşitli canlıları,solucanımsı kabuklu kabuksuz deniz hayvanlarını,yosunları vb..Allah ne verdiyse yani,en önemlisiyse tatlı olayı pek yok hayatlarında,yani ayna programı geçenlerde g.kore belgeslinde şöyle bişey demişti,bir dilim baklavayı bile bir koreli bitiremeyebilir,neyse,en çok yedikleri malumunuz pilav,onuda yağsız tuzsuz yiyolar,bide noodle dedikleri eriştemsi bizde yeriz heral dediklerimizden(ama dikkat edin bir rivayete göre noodlenin içinde ahtapot bacağı parçalarıda olabiliyomuş,bigün önünüze koyarlarsa kuzu eti niyetine götürmeyin ööle löp löp ahtapotun bacaklarını,midemiz alışık diil bizim onlar gibi,korelilerle aşık atmaya gelmez bi konu bu :)
yauw ne yazsam bilmiyorum,şimdi o kadar çok şey varki aklımı meşgul eden güney kore diyince,bigün inş. ziyaret etmek istiyorum orayı,ve hatta keşke orada yaşıyor olsam bile diyorum ara sıra:P neyse işte bizden vize istemiyolar ve tek uçuşla aktarmasız direk seoul'e kadar uçak var,10 saatlik bir uçuşla oradasınız,aramızdaki yedi saatlik zaman farkınıda unutmayım aklıma gelmişken.korece öğrenmeye alfabelerinden başladım ilkin ben,zor gibi görünsede,çok zevkli,
evde uydudan çeken iki kore kanalı var,arda tv başına oturursam başka kanal açmıyorum,gerçi biri ingilizce yayın yapıyo,ama olsun,pervin bile alıştı artık,anne bunlar koyecemi konuşuyolar,büyüyünce bende konuşcam anne diyo geçenlerde :) sbs,kbc,mbc kanallarını istiyorum aslında ama sanırım bir üçüncü çanak anten lazımmış onlar için,şimdilik dozu fazla kaçırıp eşimi deli etmek istemiyorum :)
bide bu kulak dolgunluğu meselesi varya hani,işte geçenlerde işyerinde az daha telefonu alo buyrun yerine,yobuseeyo diye açmama ramak kalmıştı:)daha çok şey var bu hissettiklerim için,ama şimdlik yeter sanırım,öğle yemeğine çıkmalıyım(pab magossooyo :)

"나는 한국 사랑 (güney koreyi seviyorum)"

Salı, Mart 09, 2010

Pazartesi, Mart 08, 2010

hali berceste..

Yolunu yitirmiş Mecnun, çöllerde Leyla diye diye dolanıp dururken biri ona,
- A deli, Leyla öldü, deyiverdi.
- Çok şükür Allah'a, diye şükretti Mecnun.
Kara haberi veren adam şaşırdı:
- A dini imanı darmadağın olmuş zavallı! Hem onun için yanıyorsun, hem de böyle diyorsun, ayıp sana!
Mecnun'un cevabı pek hazindi:
- O ay yüzlüden, her an iyiliğini isteyip dururken ben bir şey elde edemedim, kötülüğünü isteyen de bir şey elde edemesin bari.
Çünkü bir gün aya sordular "En çok neyi seversin?" diye. "Güneşin tutulup ebediyen perde arkasında kalmasını severim." cevabını verdi ay ve sonra ilave etti: "Değil mi ki onu kendi gözümden bile kıskanıyorum!"
not1:bu güzel alıntıyı eklemek istedim şimdi,düşünüyorumda böyle değilmiki çoğu zaman hissedilenler hayatta,istersin,ama ötesinin garantisi yoktur kavuşma adına,senin olmasada onun için endişe bile edersin nadirende olsa,herneyse böyle bişeyler işte,
not2:8 mart dünya kadınlar günü bugün..
gerçekten kadının değerini bilen tüm eşlerin önünde saygıyla eğilmek geldi içimden şimdi,Allah sayılarınızı çoğaltsın güzel insanlar,ve kalbinizin yansıması değerli hatunlar değsin yüreğinize..