Cumartesi, Şubat 28, 2009

Ş Harfi ve Diğerleri

Yusuf Armağan, cemaat.com sitesindeki bir yorumunda, “ş harfi bizim için önemlidir” diyor ve ekliyor: “Herkesi kucaklamak yerine, kucaklaşmak...”

Ş, a ile k arasına boşuna konulmamış.

Şın’daki çınlama kimde var? İşte: Şınnnn...
Ş olmasa, kuş nasıl uçar? Maaş nasıl ödenir?

Ş olmasa, şen şakrak olabilir miyiz?

Kabul ediyorum: Dilimizdeki en güzel kelimeler m harfi ile başlıyor. Merhametten, maneviyattan, mevsimden tutun da meşakkate kadar... İsimler de öyle: Muhammed, Müslüman, Mekke, Medine, Müslim...

Aydın değil, münevver; odak değil, mihrak; yurt değil, memleket vs.

M harfi, gördüğünüz gibi, hepsine bir derinlik kazandırıyor.

Ama ş de, m harfi kadar mühim vazifeler görüyor. Mesela j olmazsa, en fazla şu olur: Japonya değil, caponya; jandarma değil, candarma; jop değil, cop... Değişen bir şey olmaz yani.

Fakat ş’nin olmadığı bir Türkçe düşünemiyorum.

Ş olmasa, kavuşamayız bile. Şiir diyemeyiz. Şükredemeyiz. Şaha kalkamayız. Şefkatli olamayız. Şahsi fikrimizi söyleyemeyiz. Şehitlik kavramına başka bir isim bulmak zorunda kalırız.

Son şiirlerimden birinde, “Avlumuz vardı, çok uzaktık balkona / Büyük farktı bu, düşmanla aramızda” diye yazmıştım. Düşmandan kastım, elbette batı. Batı ile aramızdaki fark, sadece avlu ve balkondan ibaret değil. Onlar soğuk, biz ise sıcakkanlıyız. Biz kucaklaşırız, onlar kafalarını sallar. Biz neşe dolarız, onlar sevinir. Biz şükrederiz, onlar etmez...
Belki de bu yüzden, ş harfinin batılılarda olmaması bana hep anlamlı gelmiştir.

Tabii şeytanın ş harfiyle başlaması da...

Öyle ya, bunca güzelliğin arasında şeytanın ne işi var?

Ş harfini kurcalarken, Muhammed arkadaşımız geldi ve “İbrahim ağabey, h harfini de ihmal etmeyelim” dedi.

Doğru, ihmal etmeyelim.

H, en içli harftir. Gırtlaktan değil, içeriden gelir. Derinlerden bir yerden...

Kendinizden geçercesine bir Allah deyin bakalım. Hû deyin. Hay deyin.

Sadece h harfi camı buğulu hale getirir. İsterseniz bir deneyin. Sadece h harfi, ellerimizi sıcak tutar. Avucunuzu ağzınıza yaklaştırın ve hohlayın... H harfi sizi ısıtacaktır.

Peygamber meyvesi olan hurmanın da h harfiyle başladığını unutmayalım. Ne mübarek bir meyvedir o...

“Hamdolsun” derken ki masumiyet... Huşudaki teslimiyet, hayattaki güzellik, hanımdaki sadakat, hafızdaki içtenlik, hanedeki sıcaklık, hakikatteki huzur, hacdaki ferahlık, hayâdaki incelik... Hep h harfi.

Ne ev, ne de konut hanenin yerini tutar.

Hanım; karı, bayan ve madamdan daha yukarıdadır. Ama hatundan yukarıda değildir. Çünkü hatun da h harfiyle başlar.

Buna karşılık ö harfi ile aram hiç iyi olmamıştır. Ö, alfabenin içinde bir korkuluk gibi durmaktadır.

Bizi korkutan, zarar veren, şüpheye sevk eden birçok şey ö harfiyle başlar: Örgüt, öcü, ölüm, öç, öfke, öksürük, hatta ödev!

Birini karşımıza almak istersek, onun başına ö harfini koyarız: Öteki...

Birini korkutmak isteyince yine onu kullanırız: Öööö!

Ödlek, korkaktan daha çok olumsuzluk çağrıştırır.

Örselenmek, üzülmekten daha ağırdır.

Ödeşmek bile, çoğunlukla olumsuz şeylere kapı açar.

Örümcek, ufak tefek olmasına rağmen, en korkulan hayvanların başında gelir.

Harflerin hikâyesi bitmez. Her bir harf için müstakil bir yazı yazmak gerekir. Bizim amacımız ise Yusuf Armağan’ın kulağını çınlatmaktı, çınlattık. Gerisi, dilcilerin yapacağı bir iş...

İbrahim Tenekeci ( Milli Gazete 20.12.2006 )

Cuma, Şubat 27, 2009

ehliyet yazılı sınavı sonucum

14 şubat cumartesi girdiğim ehliyet sınavının sonuçları açıklanmış,şükür geçmişim hepsinden,şimdi işin bence daha zor olan kısmı kaldı:) yani 7-8- mart sabahından birinde direksiyon sınavı olacak,direksiyonda ben,yan koltukta direksiyon hocam,ve arka koltukta iki müfettişle:) inş. onuda geçersem artık ehliyetim olacak.o güne kadar biras direksiyon alıştırması yapmam gerekiyo sanırım,hayırlısı inş...

Perşembe, Şubat 26, 2009

yıpratılası ağlayan ruhlar korosu.

ötekinin berikini yıprattığı anlar,berikinin
canı çok yanıyor,oysa ötekinin umrunda
bile değil patavatsızlığıyla yıktığı onca
güzel şey,
direk söylenmeden iğneleyen sözler vardır
hani,öteki iğnelerini çıkardı yine,ve beriki
kabuğuna çekilip sessizce acısını çekmeye
başladı,ve öteki elbet bigün anlayacak
berikiyle aynı safta olduğunu,ama o gün
berikini bulabilirmi gözyaşlarını silmeye
bilemem,
(z.m.)

tatsız tuzsuz sirkesiz hayatlara.

son zamanlarda hiçbişeyin,
tadı tuzu yok gibi etrafta kimselerin,
biras elma sirkesi damlatsam hayata diyorum bazen,
işe yararmı ki salatada ki kadar...
(z.m.)

.....

uzun zamandır olmadığım kadar sinirli ve üzgünüm,
keşke uzak,çok uzak biyerlerde olsaydım şimdi,
nefret ediyorum kendimden,
ben koca bir hiçim,
kimsenin emanetine bile sahip çıkamıycak gerizekalının tekiyim,
hepsi bu işte...
ağlamaktan başka bişeyi beceremeyen zayıf karakterli birisin üstelik,
ağla bakalım,zaten sen sevilmeye bile layık diilsin,hiç olan zeynep hanım...

Salı, Şubat 24, 2009

ateş ile suyun hikayesi

Ates bir gün suyu görmüs yüce daglarin ardinda sevdalanmis onun deli dalgalarina. Hirçin hirçin kayalara vurusuna, yüregindeki duruluga... Demis ki suya:

- Gel sevdalim ol, Hayatima anlam veren mucizem ol...

Su dayanamamis atesin gözlerindeki sicakliga al demis; Yüregim sana armagan... Sarilmis atesle su birbirlerine sikica, kopmamacasina...Zamanla su, buhar olmaya, ates, kül olmaya baslamis. Ya kendisi yok olacakmis, ya aski... Bastan alinlarina yazilmis olan kaderi de yüregindeki kederi de alip gitmis uzak diyarlara su...

Ates kizmis, ates yakmis ormanlari... Aramis suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boy.. Bir gün gelmis, suya varmis yolu. Bakmis o duru gözlerine suyun, biraz kirgin, biraz hirçin. Ve o an anlamis; askin bazen gitmek oldugunu. Ama gitmenin yitirmek olmadigini....

Ates durmus, susmus, sönmüs askiyla. Iste o zamandan beridir ki: Ates sudan, su atesden kaçar olmus.. Atesin yüregini sadece su, Suyun yüregini Sadece ates alir olmus...

Pazar, Şubat 22, 2009

hayat arkadaşımın doğum günü.

aslında bugüne dair yazacak pek bişeyim yok,çünkü bütün gün başım ağrıdığına bi ileri iki geri öölece dolandım evde ve ağrımayan kalan zamandaysa pazartesi akşamına yemeğe gelecek olan eşimin arkadaşları ve eşleri için yemek hazırlığı için mutfakta geçti diyebilirim.eşimin doğum gününü kutladığımda sanırım pervini uyutmuş yorgunluktan ve rahatsızlıktan pestilim çıkmış bi halde saat 11 felandı.kutladım derken hiçbişey alamadım ona
:(aslında hayalimde aylar öncesinde planladığım güsel bişeyler vardı,yani doğum günü olmasıda bi bahane olur güsel bi gün geçiririz dışarda diye düşünüyordum,hayalim hayalde kaldı yine,zaten parasızımda bu aralar,neyse benim doğumgünüme erteleyeyim bari bu güsel planımı,biras parada biriktiririm belki:P
..havalar soğuk;işyerinde ayrıca donuyorum,dikkatimi toplayıp verimli çalışamıyorum bile:(ben sanırım yaz çocuğu olduğuma sıcağı seviyorum,
bu yaz başka olacak Allahın izniyle,hissediyorum,istediğim kiloya inmiş olamasam bile,hedefim bayağı hafiflemek inş:D hedefim nemi? "65" kilo olmak sağlıklı bir şekilde Allah'ın izniyle...
pervinden bişeyler eklemek istiyorum birde;
-anneçii ebimice didelim noooluuu(geçen onu almaya gittiğimde boynunu büküp bide dudaklarını büzerek bana dediği cümleydi kuzumun,maaşallah)
-anneciim çiçim vaaa(ah bide yapmadan önce söylese küçük sıpam)
-men aba kız oodum,artık meme gok(memeden vazgeçemedi ama cümleler yerinde hanımın)
daha bunun gibi bissürü cümleler,var pervinciğimizde,Artık diğer biriyle konuşulan cümleleri havada kapıp cevap veriyo,bu sabah babannesi eşime kaynımı soruyo mesela,abini gördünmü diyo,cevap eşimden önce pervinden geliyo:döödüm,bu tayafa ditti,şimdi nerde kızım?-uyuyo..ilahi pervin sen çok yaşa imi hayatımızın tadı tuzu,maaşallah...

Cuma, Şubat 20, 2009

4 Ahmağın Namazı!

Dört Hintli mescide girdiler. Niyet edip , husu içinde Rablerine ibadette
bulunmak üzere namaza durdular. Bu sirada müezzin içeri girdi.
Hintlilerden birisinin agzindan gayri ihtiyari su sözler döküldü :

-Müezzin , ezan okundu mu , yoksa daha vakit var mi ?...

ikinci Hintli de namazda oldugunu unutarak :

-Sus yahu!... Konustun , namazin bozuldu !... dedi.

Üçüncü Hintli , ikinciye dedi ki :

-Onu neden kiniyorsun babacigim?... Sen kendi derdine bak , kendini kina !...

Dördüncüsü :

-Hamd olsun!... Ben üçünüzün de yaptigi yanlisi yapmadim , kuyuya
düsmedim!... dedi.

Hulasa , dördünün de namazi bozuldu.

Âlemin ayibini söyleyen daha fazla yol kaybeder. Kim birisinin ayibini
görürse, o ayibi kendisinde bulur. Ne mutlu o kisiye ki ; kendi ayibini
görür!... O ayip sende yoksa bile , olabilir ki zuhur edebilir. iblis yillarca iyi adla anildigi
halde, sonu ne oldu?... ise bak : seytan belalara ugrayip sana ibret
oldu... sen belaya ugrayip ona ibret olmadin!... O zehiri içti , sen
serbetini iç!...(ibret almaya bak)

Mesneviden...

Perşembe, Şubat 19, 2009

küçük kardeşim kübra'cığımın resimlerinden.

Renkler

...
Türkiye'de kalabalık bir caddede yürümek ağırlıklı olarak kahverengi ve laciverd bir deryada yürümek demektir. Mevsimlerden bahar, aylardan nisan olsa bile. Şehirlerimizde renkli tek yer var: çocuk parkları. Onlar da sıkışmışlar apartman aralarına; daracık, ufacık körpecik kalıvermişler. Büyümek demek renklere küsmek demekmiş gibi, çıkartıvermişiz hayatımızdan kırmızıları, sarıları, turuncuları.

Hindistan'a, Japonya'ya, Fas'a, Meksika'ya, Güney Afrika'ya gidip, oradaki renklere âşık olarak dönen çok insan tanıyorum. Bu yabancı ülke seyahatlerinde çektikleri fotoğraflarda hep bir renk açlığının, renk sarhoşluğunun izleri var. Çingene pembesi bir kapı, turkuazlara bürünmüş bir yaşlı kadın ya da mor-yaldızlı süslerle bezenmiş merdivenler bulunca dayanamayıp hemen kare kare fotoğrafını çekmemizin bir sebebi de renklere bu kadar hasret olmamız değil mi? Türkiye'den grup grup "renk turları" düzenlenmeli dünyanın başka memleketlerine. Belki o zaman daha iyi anlayabiliriz, kendisine canlı capcanlı renkleri yasaklamayan kültürler de var bu dünyada.

Renkleri azaltmak ya da sansürlemek, yaşam zevkini, yaşamı zevkli kılan yanları da azaltmak, sansürlemek demek. Tektipleşmek, aynılaşmak, farklılıklardan korkar olmak, yaratıcılıktan korkar olmak, bireysellikten korkar olmak demek. Ne zaman, nasıl yitirdik renkleri böylesine? Osmanlı'dan kalma minyatürlere bakıyorum, müthiş bir renk cümbüşü. Turuncular, sarılar, pembeler, eflatunlar... Görüntüdeki çeşitlilik kelimelere de yansımış, Osmanlıca onlarca, tonlarca kelime bulabilirsiniz ara tonları tanımlamak için. Nilfam, zerdfam, zeytuni ya da şarabi... Zaman içinde çoğu unutulmuş, dilden ayıklanmış kelimeler... Renklerle beraber kelimeler de gitmiş. Geriye kalan kahverengiler, griler, laciverdler...

Canlı renkleri, hele hele pembeyi sevmeyen bir toplum bizimki. Kızlarına Pembe ismini koyan nadir memleketlerden biri olsa da...

Elif Şafak
Zaman
03-04-2007

eşimin annesi ve babası.

işte bu sevimli insanlar benim biricik kayınvalidem ve kayınpederim,şimdiye dek beni incitecek hiçbir söz veya tavırlarına şahit olmadım elhamdülillah,bende elimden geldiğince dikkat etmeye çalıştım davranışlarıma,onlara olan sevgi ve saygıda kusur etmemek adına,günümüzde birçok insanın eşinin ailesiyle problemlerinin olduğunu duyuyorum,ve üzülerek onlar içinde dua ediyorum(ilişkilerinin düzelmesi adına),ben herzaman şükrederim bu noktada gerçekten Rabbim güsel bir aile lütfetti bana,gerek anne babası gerekse eşimin diğer kardeşleriyle(görümcemler,kaynım)gerçek bir aile gibiyiz,eltimide unutmuyim,onuda seviyorum,şükür onunlada dünya çekişmelerine ve kıskançlıklarına dair hiçbirşey yoktur aramızda,hepsine iyiki varlar hayatımda diyorum,sizi seviyorum çevik ailesi:D

Çarşamba, Şubat 18, 2009

KIRMIZI İBİKLİ KÜÇÜK TAVUK

Zamanın birinde bir çiftlikte kırmızı ibikli küçük bir tavuk yaşarmış.
Tavuk kendi yiyeceğini kendisi bulur ve bu güzel çiftlikte çok mutlu
bir hayat yaşarmış. Bir gün buğday taneleri bulmuş ve bunları ekerek
daha çok yiyecek elde edeceğini düşünmüş. Ancak nasıl ekeceğini
bilmediği için arkadaşlarından yardım istemiş:
"- Bu buğday tanelerini ekmek için kim bana yardım edecek ?"
Ördek cevaplamış:
"- Ben yardım edemem, ancak istersen sana kahve tohumu satabilirim.
Buğday yerine kahve ekersen, çok para kazanır ve istediğin kadar buğday
alırsın."
Domuz oradan seslenmiş:
"- Ben de yardım edemem, ancak kahve ekersen ürünlerini ben satın alırım."
Fare hemen atlamış:
"- Ben buğday ekiminden anlamam ancak kahve ekmek için gereken parayı
sana borç verebilirim, sonra ödersin." Ticaretten ve tarımdan anlamayan
kırmızı ibikli şirin tavuk, bu sözler sonrasında kahve ekmeye karar vermiş
ve buğdaydan vazgeçmiş. Ancak kahve nasıl ekilir bilmediğinden yine yardım
istemiş: "- Kahve ekmek için kim bana yardım edecek?"
Ördek:
"- Ben yardım edemem, ancak kahvenin çabuk büyümesi için gereken gübreyi
sana satabilirim" demiş.
Domuz:
"- Ben kahve yetiştirmekten anlamam ancak kahveleri zararlı
böceklerden
korumak için ilaca ihtiyacın var, istersen sana satarım" demiş.
Fare de:
"- Gübre ve ilaç için gereken parayı istersen sana borç olarak veririm "
demiş.
Sonunda kırmızı ibikli tavuk çalışmaya başlamış, çalışmıııııış çalışmış.
Kahve yetiştirmek buğday yetiştirmekten daha zormuş ve daha çok gübre ve
ilaç gerekiyormuş. Ama tavuğumuz sonunda çok zengin olacağını hayal ederek
sabretmiş. Ve sonunda hasat zamanı gelmiş ve gerçekten de tavuk çok miktarda
ürün elde etmiş, kendisine yol gösteren arkadaşlarına
seslenmiş:
"- Kahveleri satmama kim yardım edecek?"
Ördek:
"- Ben yardım edemem, ancak kahveleri işlemek ve paketlemek için benim
fabrikama getirmelisin."
Domuz:
"- Ben de yardım edemem, zaten her önüne gelen kahve ektiği için kahve
fiyatları çok düştü, senin kahven beş para etmez."
Fare:
"- Ben bu işlerden anlamam, ayrıca artık sana verdiğim borçları ödemen
lazım."
Sonunda kırmızı ibikli küçük tavuk gerçeğin farkına varmış ve buğday
yerine kahve ekmenin büyük bir hata olduğunu anlamış, çünkü borç içinde
imiş ve yiyecek tek bir lokması yokmuş. Açlıktan ölmemek için yine yardım
istemiş:
"- Yiyecek bir kaç lokma bulmama kim yardım edecek?"
Ördek:
- Ben yardım edemem, senin hiç paran yok."
Domuz:
"- Ben de yardım edemem, zaten herkes kahve ektiği için buğday eken de
kalmadı, yiyecek yok."
Fare:
"- Ben yiyecek bulamam. Ancak bana borçlarını ödemediğin için para yerine
senin tarlanı almak zorundayım, iyi bir tavuk olursan, belki senin o tarlada
boğaz tokluğuna çalışıp, benim için buğday yetiştirmene izin verebilirim.
Şimdilerde bizim kırmızı ibikli küçük tavuğumuz, artık farenin olan eski
tarlasında buğday yetiştiriyor ve karnını doyurmaya çalışıyor.

Kaynak : İngiltere de ilkokullarda okuma kitabı olarak okutulan " The Little Red Hen" kitabı.
(bu hikayeyi çok gerçekçi buldum düşününce,nekadar acı bir durum)

Salı, Şubat 17, 2009

küçük hanım pervinden.

-annesi booba içmeççek meme yok,ommaz,hayı.(ben hep yemeğini bitirmezsen meme yok diyordum,bu sefer bana gerek bırakmadan o söyledi,çorbayı içmessek meme yok diyerek:)
-selpak istedi benden,aldı burnunu silmeye çalışıyo,bi yandanda kendine hıı de diyo,burnunu silerken biz diyoruzya ondan,bende şaşkınlıkla gülerek,kızım sana kim öğretti bunu dedim,cevabı;dendim öörendi.(kendi öğrenmiş)
-bu aralar herşeyi kendi yapmak istiyo,-anneçii ben dapcam:)
-az öncede yatırdım onu ben bişey demeden,anneçiii,allah rahatlık versin dedi bana:)
-geçen gün çok üzüldüm,annem dediki,bugün bütün gün,ananee menim annem neede,dedi durdu pervin,şu ehliyet meselesine daha bi özledi beni farkettim,canım kızım seni çok seviyorum,
-akşamda yine onu alıp gelecektik,babam dediki;pervin burasıda ev kızım gitme sen kal bzimle dedi.pervinden cevap orjinaldi:dedeçii menim ebim var,ebe ditçem men,biz suskun tabi bu cümle karşısın da.artık her istediğini dile getirebiliyo pervincim,ama daha bi meraklı ve heryeri karıştırma modunda,şimdilik aklıma gelenler bunlar oldu,biras uykum geldi sanırım onunda etkisi var:) şimdilik selametle,hayırlı geceler herkese...

eşrefpaşalıların gecesinden..

blogcu arkadaşım nevbahar ve ben:)

Pazartesi, Şubat 16, 2009

okuyunca susup kaldığım cümleler..

,,,“Allah mühlet verir , ihmal etmez”
,,,“yalnız hüznü vardır kalbi olanın “
,,,Bazı şehirlerin kendinden menkul değerleri varsa da bazılarını sizin için değerli kılan orada karşılaştığınız, orada tanıdığınız insanlardır.
,,,“ey ibrahim ey sare oğullarınız size ihanet etti….”
,,,Gazze; ölümün utancindan öldügü yer..
,,,ALLAHIM ümettin suskunluğunu sana şikayet ediyorum…
,,,“Çocuklar eksildikçe, eksilecek herkes ve her şey…”
,,,“Hesabı sorulacak, elleriyle dizlerini çürüten anaların”
,,,hala bu tok karınla,duasız ellerle,ıslanmayan gözlerle olmayacak..
Bir dua istiyoruz Ya Rabbi senden,dilimize değdiğinde meleklerin amin diyeceği,
Bir gözyaşı istiyoruz,meleklerin kucaklayıp Filistin de yanan ateşe dökecekleri,
Bir el istiyoruz ,Davud gibi Calutlara taş atarak öldürebileceğimiz,zaferler kazanacağımız..
İstiyoruz..
,,,Düşmanlarım Bana Ne Yapabilir? Hapsedilmem Halvet, Sürülmem Hicret, Öldürülmem ise ŞEHADETTİR!
,,,Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.
O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duası varsa, şehirlerin de duası vardır mırıldanıp durduğu.
(canım sıkıldı birden,aklıma gelen ve her okuduğumda içimi sızlatan cümleleri sıraladım ardı ardına,,

blog ödülleri

güsel zeynep elanın annesi,sevgili arkadaşım uci beni ödüllendirmiş,çok teşekkür ederim,adımı listende görmek çok güsel geldi:)bense bu ödülü blog aleminde tanıdığım bikaç özel insana gönderiyorum,listemdeki her bir arkadaşıma,ayrı ayrı ama:)iyiki tanıyorum sizleri canlarım,,

2008 kurban bayramı hatırası,,

bu fotografı kurban bayramında çekinmiştik(gerçi pervini zor zaptettiğimizden biras tuhaf çıkmış ama)uzun zamandır resim ekleyemediğim için bunu iş bilg.görünce paylaşmak istedim,,

Pazar, Şubat 15, 2009

bol kalorili pazar imtihanımdan..

dün görümcem çağırmıştı çaya bu sabahsa kayınvalidem kahvaltıya,,yok yoktu maaşallah masada akşamaysa eşim,kaynım ve eltimle lahmacun partisi vardı bizim evde:D sanırım irademle sınandım bu hafta sonu,ama ben elimi bile uzatmadım hiçbir yasak yiyeceklere,bunu paylaşıyorum çünkü çokda fazla iradeli olmayan "ben", kendimi böylesi bi kararlılıkta görüyor olmaktan mutlu oldum sanırım ve yazmak istedim beni sevindiren bu olayı,bu arada sanada teşekkür ederim sevgili diyetisyenim esma hanımcım,senin katkında oldukça büyük böylesi davranabilmemde:))

Cumartesi, Şubat 14, 2009

benim sevgililer günüm

bu sabah ehliyet sınavı öncesi diyetisyene gittim,saat,09:35 gibi geldi,biras stresli bi bekleyiş oldu bu benim için çünkü saat 11 gibi ehliyet sınavı başlayacaktı,yaşasın biras daha kilo vermişim,bu kilo vermeler diyette çok moral oluyor bana,azmimi tazeliyor sanki,daha bi gayretleniyorum:)evet arkadaşlar 19 ocakta başladığım diyetimde 25 günde 5 kilo 200 gram vermişim,inş. yaza kadar hepsini vermiş olurum,neyse ordan çıktık eşimle bi güsel yağmur yağıyor bide güsel soğukki hava,inceden inceye yağan böylesi bi yağmurda yürümeyi çok severim ben,ama sınav olduğundan bu hayalimi erteledim:)sınav nasıl geçti derseniz,fena diyildi diyim,yani aslında hedefim yüzde yüz başarıydı ama sanırım mümkün olamadı,hayırlısı inş.sınav çıkışı eşimle bağcılar nt kitapçısına bi girdik bir saat kadar daldık gittik kitaplara,sanırım bizim kitap zaafımız var,paramız olmasa bile başka bişeylerden kısıp kitap alırıyoruz,yine bissürü kitap aldık,okumak için kendimize,pervine ve hediye etmelik bi kaç kitap,bunlarda eşimin bana hediyesi oldu diyim:)neyse şimdilik hoşçakalın..

Salı, Şubat 10, 2009

istanbul trafiğinde ilk günüm:)

hatırlarsınız,geçen günlerde ehliyet kursuna devam ettiğimi yazmıştım,işte dün ilk kez direksiyon dersi için bizi götürdüler,(tabi ben mırın kırın izin almayı başarabildim işyerinden)neyse işte ben zannediyordumki,bizi önce boş bir alana götürecekler ikinci derste trafiğe çıkacağız,ama zannım yanlış çıktı,hoca arabayı sağa çekti ve geç buraya dedi,nasıl kullandığımı sorarsanız,ilk 20 dk süper,sonraki dakikalarda(üzerime doğru gelen kamyonların etkisiyle)biras panikli,,evet hiç heyecanlanmadım ama bizi sürüş için götürdükleri yer,ralli pistinden beter,tır ve kamyon yoluydu sanırım,yol berbat bozuk,ve sağdan soldan habire kamyonlar geliyo üzerine doğru,eskiden beri ben büyük arabalar yanımızdan geçerken hep korkmuşumdur:)
yinede ilk sefer için bence fena sayılmazdı(gerçi hoca benim için benden daha iyimserdi,ama daha bi fırın ekmek yemem lazım:)işte ikindi gibi işim bitince ben diğer arkadaşları beklemeden çıktım,s.çiftliği tranvayla giderim dedim hocaya ama nasıl yağmur yağıyo,önümü göremiyorum,yürü yürü bulamadım birine soriyim dedim,demesinmi diğer yöne yürü diye:/ git git buldum tranvayı ama açlıktan tansiyonum düşmüş bi halde üstelikte sırılsıklam:( dostum leyla geldi aklıma hemen(onun işyeri s.çiftlikte)aradım onu ve yanına gidip biras dinlendim,tranvaya o bindirdi beni dönüşte,işyerine gidemeden direk kursa gittim,ama nasıl titriyorum dünden beri varya,inş. hasta olmam,14 şubat sevgililer gününde ehliyet sınavımız(ben bağcılarda bi ilkokulda girecekmişim sınava)o gün diyetisyen randevumda vardı aslında,bakalım napıcam,hayırlısı,,
bu stresli yoğunluktan kızımı geç almaktan dolayı çok üzgünüm,sabahları ananeye gidiyoruz diyorum,ebe dideliiim annesii(eve gidelim annesi)diyo,canım yaa,,dün bide hiç aklımda yokken bir takım kıyafet aldım ona,giydirdim,nasıl güsel oldu benim kuzum,maaşallah,(kızımla ilgili çok güsel gelişmeler var,yani dillendi artık pamuğum,ama malum yetiştirip yazamıyorum,az kaldı inş,şu sınavlar geçsin biras daha rahatlıycam,selamlar herkeslere,,

Pazartesi, Şubat 09, 2009

düşündümde,sanırım sırası değil,düşünmekten vazgeçtim:)

Bilmiyorum siz istediklerinizi "sirasinda" yapabildiniz mi?

Ben hic yapamadim. kucukken anneannem cebinde tasidigi bir tomar anahtarla kilerdeki dolaplari actigi zaman, canim pestil isterdi. Bilirdim sapsari kayisi pestilleriyle, kararmis mor erik pestillerinin hangi dolapta oldugunu. Anneannem: "Simdi sirasi degil, birazdan yemek yiyecegiz", derdi. Yemekten sonra ise herkes ogle uykusuna yatardi. Sayet "Belki sirasi gelmistir" diye yine pestil istersem, anneannem: "Simdi sirasi degil. Bak herkes yatti. Sen de yat. Ondan sonra..." derdi.
Ogle uykusundan sonra pestil istedigim zaman da cevap yine ayniydi: "Simdi sirasi de?il. Ac karnina dokunur. Nerdeyse aksam oluyor. Birazdan yemek yiyecegiz.. Bir turlu sirasina rastlatamamistim pestil istemeyi.
Bir gun babam bos bulunup bana iki cam agacinin arasina, kolan vurdukca goklere ulasacak bir salincak kurmayi vaat etmisti. Ama bir daha bu vaadini hic animsamaz gorundu. Ikide bir anneme gider: "Haydi soyle babama, salincagi kursun", derdim. Annem: "Simdi sirasi degil, basi agriyor," derdi. Basi agrimazsa gazete okudugu icin salincak kurmasini istemenin zamani degildi. Gazete okumuyorsa banyoya girecegi icin... Salincak istemenin de bir turlu sirasini getiremedimdi.
Yaz gunleri bahce kapisinin onunden, "Visne kaymak" diye bagirarak dondurmacilar gecerdi. Kosa kosa iceri gelir: "Dondurma alayim mi," diye sorardim. "Simdi sirasi degil," derlerdi.

Birlikte cocuk dergilerinin bulmacalarini cozmeyi onerirdim: "Simdi sirasi degil," derlerdi.

Bir seytan ucurtmasinin kuyrugunu bile yapmaya yanasmazlardi: "Simdi sirasi degil," derlerdi.
Okulda ogretmen ders anlatirken, aklima gelen bir seyi sormak icin parmagimi kaldirirdim. Ogretmen bir sure gormezlikten gelirdi parmagimi. Kolum yanlis yere dikilmis fasulye sirigi gibi oyle havada kalirdi. Sonunda ogretmen: "Simdi sirasi degil, indir bakayim parmagini asagiya,"derdi.
Etutlerde gizli gizli roman okurken de, bir mudur muavini basima dikilir: Simdi sirasi mi roman okumanin, kapat onu da dersine calis," derdi.
Ilk yazdigim yazilara da yazi isleri mudurleri ayni gerekceyle karsi cikmislardi: "Simdi sirasi degil bunun," diyorlardi. Piyeslerim icin de ayni itirazi cok duydum: "Iyi ama simdi sirasi degil... Asik oldugum zamanlar yemekte, yahut yururken, yahut otururken, canim birden opuvermek isterdi yanimdaki sevgiliyi. Kursagimda kalirdi arzum. Bir el, vagon tamponu gibi yavasca iterdi yuzumu: "Hisse yapma, simdi sirasi degil,"
Velhasil hic bir seyin sirasini tam getiremedim. Ama sirasiz mirasiz bir seyler yapmaya calistim kendimce.

Bir sey yapmak icin sirasinyi bekleyenler ise, genellikle hic bir sey yapamadilar. oteden beri aklima takilip kalmistir, bir seyi yapip yapmamanin "sirasi"ni kimin saptadigi. Ve kendimce soyle demisimdir:



BIR SEYI YAPMANIN SIRASI, ONU YAPMAK ISTEDIGIN ANDIR. ZAMAN AYARINI TERS KULLANMISSAN ZATEN TOZ OLUR GIDERSIN. YOK TERS KULLANMAMISSAN, "SIMDI SIRASI MIYDI" DIYENLERE UZAKTAN NANIK YAPARSIN SIRASINDA MI
DOGUP OLUYORUZ KI, HER SEYI SIRASINDA YAPABILELIM..



Basarirsan "sirasi", basaramazsan "sirasi degildi" oluyor ve insanlik boyle bir calkanti icinde akip gidiyor



Cetin ALTAN

Cuma, Şubat 06, 2009

bir kaçamak molası yazı

hadi beni öldür beni unut,hadi beni göm yalnızlığa,hadi bana hapsi yalan de,beni bırakma,,
bilgisayarda bu şarkıyı açtım şimdi,uzun zamandır müzik adına bişey dinleme fırsatı bulamıyorum,ama neden bişeyler dinleyeyim deyince şimdi bu şarkıyı getirdim aklıma açıkçası onunla ilgilide bi fikrim yok,haftalardır işyeri ve banka arasında mekik dokuyorum,aslında şu maaşların banka yoluyla alınması mecburiyeti sebebine arada ben telef oldum resmen,25 kişiden evrakları toplamak,bankaya ulaştırmak,sonra bankanın haydaa bi tane daha verdiği formlar,tabi patronlara ve çalışanlara anlatıpta onların defalarca bana sordukları aynı sorularla cebelleşmemi saymıyorum,tam bankadan arındım yoluna girecek gibi herşey derken,patron aylık sisteme geçmeme kararı aldı gayriresmi olarak tabi(ücretleri bize haftalık veriyorda)o yüzden resmi hesaba para transfer ettirmedi kartlar gelene kadar,kartlar gelince biz hesaplara yatırıp çekecez,düzen aynı devam edecek,birde resmi hesap açtırırken ödeme talimatını ayın 5 ine verdiği için bankadaki bayan aradı üstüne fırçaları yiyen yine ben,hayatımda en nefret ettiğim olay bankalarla muhatap olmak heralde,az önce postacı geldi,çalışan 25 işçi var ama 38 zarf bıraktı postacı,bide baktım bende dahil bazı kişilere kredi kartınızıda alın şubemizden felan yazıyo ikinci zarflarda,ateş başıma çıktı,yanaklarım kıpkırmızı geçmedi hala,kredi kartlarından nefret ediyorum,insanın parasının hesabını bereketini kaçırıyo bence,yani ihtiyacın olmayanıda aldırıyo sana,o yüzden şubeye gidince yarın kartı almadan iptal ettirmek istiyorum,
akşamlarıda ehliyet kursu hala devam ediyor,kızıma hiç vakit ayıramıyorum çok üzüyo bu beni:(onu arabasına bindirip beraberce parka gitmeyi özledim(en son ne zaman gittiğimizi hatırlamıyorum bile maalesef), cumartesi eve gir pazartesi sabahı yine koşturmaca,,500 tl aylık gelirim olsa keşke,300 tl si ile sigortamı öderdim,200 tl de yeterdi bana ve kızıma:) sanırım yine stresli cümleler kuruyor'a benziyorum,sussam iyi olacak,iyi tarafından bakmalıyım hayatıma ve şükretmeliyim,bu işsizlikte şükürki başta sağlıklıyım ve çalışabiliyorum,neyse işte,haftasonlarımda son zamanlarda akrabaları kahvaltılara davet ederek geçti,yani özetle şu 1 aydır hayatımın nasıl geçtiğini ben bile bilmiyorum o kadar hızlıki,
ve son bişey diyetisyen kontrolüm vardı 31 ocakta,2 haftada 2 kilo 900 gram vermişim:)maaşallah,maaşallah,kendime,
yılmadan devam edebilmem ümidiyle:P

Salı, Şubat 03, 2009

bir güsel yazı ..

ODTÜ İşletme'nin deli ama çok bilge, hem en sevilen hem en nefret edilen
profesörü Muhan Hocanın Strateji Yönetimi dersinin ilk saati öğretim üyelerinin
bile katılımıyla geçer ki her senesi ayrı ilginçtir. Derslerinden birinden
bir anekdot:
Muhan Soysal tepegöze bir Picasso resmi koyar. Herkes bakar bakar ama
tarzı zaten
kübik olan sürrealist resimde sanatla fazla ilgilenmeyenlerin anlayabileceği
çok az şey vardır. Bozuk perspektifli bir oda, sarı uzun saçlı yaratığa
benzeyen bişey. Etrafında başka yaratıklar, yerde yine bir yaratık ve
arkadaki şekli bozuk içi parlak dikdörtgenin içinde başka bişeyler daha...5-10 dakka hiçbişey söylemeden sınıfı izleyen hoca, birazdan
Picasso'nun resmini alıp Meninas'in bir resmini koyar. Bu resimde
sandalyenin üzerinde oturan sarı uzun saçlı bir aristokrat kızının etrafındaki
dadıları onun saçını tararken yerde köpeği yatmaktadır. Ve babası arkasından
ışık sızan kapıdan kızını izlemektedir.
* *Ancak ikinci resmi görünce Picasso'nun resmindeki ögelerin ne olduğunu ve
bu resmin Meninas'in tablosuna gönderme olarak yapılmış olduğunu farkeder tüm sınıf.
Ve Muhan Soysal hiç unutamayacağımız dersini verir:
*"Hayatta hiçbirşey Meninas'in resmi kadar belirgin ve net değildir. İş
hayatı gerçekleri size Picasso'nun resmindeki gibi şekil değiştirmiş olarak
gösterir. Picasso'nun resmine bakıp, Meninas'in resmini görebilenleriniz
başarılı olacak, diğerleri kübik şekillere bakıp yanlış anlamlar çıkarmaktan
gerçekleri hiç göremeyecek." *