Çarşamba, Kasım 25, 2009

ayağa giydirgeçli ışıldaklı götürgeç :)

ne güsel önünde ışıkları var,gece karanlığında ışığı bulana kadar,geçir terlikleri oh mis gibi :) hem isminide başlığa ben uydurdum,nasıl olmuş?
"ayağa giydirgeçli ışıldaklı götürgeç"
hahaha..
ben buldum ben buldum :P

Cumartesi, Kasım 21, 2009

sevmek;söyleyecek sözün varken bile susmakmış..

bir varmış,bir yokmuş..
esas oğlan has kıza görür görmez aşık olmuş,yemeden içmeden kesilip hep onu düşünür olmuş..
..
benim masallarımda kahramanlar sevmeyi bilen insanlardı,ve sevgi en çok onların sıcacık kahraman yüreklerine yakışırdı,bu yüzden belki büyürken hep hayallerden çıkıp gelecek bir prensin heyecanı basardı yüreğime her aklıma düşüşünde..
prensim gelecekti ve biz mutlu mesut günler geçirecektik,yada üzüldüğümüzde başımızı yaslayıp birbirimizin omuzuna beraber ağlayacaktık,birimiz suspus olup kabuğuna çekildiğinde diğerimiz onun halini hemen hissedecek ve ellerini tutacaktı bırakmamacasına,ben burdayım diyecekti bakışlarıyla..
sevmek en çok benim prensime yakışırdı ne zaman düşünsem,ve o beni her şartta mutlu etmesini becerebilirdi,onun verebilecek öyle büyük hediyeleri hiç olmadı hayallerimde,ondan hiçbir zaman büyük eşyalar tek taş yüzükler beklemedim ben,ve o sımsıkı sarılsın istedim sadece,yüreğimde sonbahar rüzgarları eserken,sıcacık bir buse kondursun istedim sadece gözlerimden akan yaşın tam üzerine,elinde bir kuru ağaç dalı toprağa bir koca kalp çizsin istedim içinde baş harflerimizin olduğu..
işte böyle..
benim kahramanım beni çok severdi ve bende onu dünyada hiçbir şeye değişmezdim,diğerleri bi yana benim sevdiceğim öbür yanaydı düşüncelerimde..
..
ne oldu kahramanım neden vazgeçtin beni sevmekten,yoksa çokmu ağır geldim yüreğine,çokmu yordum seni,çokmu mızmızlandım,sevgiye aç şu yüreğim çok şeymi istedi senden,neden vazgeçtin bana telli gözlüm demekten,neden sana ihtiyacım olduğunda hep başka bişeylerle meşgulsün,neden yetişemediğim şeylerde azarlıyorsun artık beni,görmüyormusun dalları budanan çırılçıplak ağaçlar gibi kalakalıyorum her incitişinde,her benden esirgediğin bir çift güsel sözde..
..
aylardan kasım,mevsimlerden sonbahar..
istanbulda yağmur var,böylesi soğuklarda hep elerim üşürdü bilirsin,ama bugün içim üşüyor,
..
sevgili kahramanım ben yine susuyorum herşeyi derin bi yutkunuşla kalbimin en derin yerine gömerken,yaralanıp acıları sızdıran yanlarıma bir kaç yama ekleyip devam ediyorum yoluma,bunları yazdım diye sakın gönül koymayasın bana,niyetim seni üzmek değil,sen benim masallarımın esasoğlanı,hayallerimin kahramanısın yine.
..
sadece korkuyorum ela gözlerini sevdiğim,çok korkuyorum,ya bigün dikiş tutmazsa gönlümde yamadığım yerler,ya bigün beni ittiğinde uçurumun tamda o en korkulacak yerindeki ince çizgi üzerinde duruyorsam,bütün umutlar ve sevgiler gökyüzündeki yıldızlarıda toplayıp arkalarına bile bakmadan giderlerse gönül dünyamdan,işte o zamandan korkuyorum,
bigün seni sevmekten vazgeçebilme düşüncesini bile taşıyor olmaktan korkuyorum,işte bigün ya bende sana bana yaptıklarını yapma çaresizliği gösterirsem,ya kahramanımı sevmekten vazgeçersem bigün,
üzülürmüsün benim şu anki halimin yarısı kadar..
..
gökten düşen elmaların üçüde senin olsun,gönlün keder görmesin,rüyalarını ay ve güneş süslesin,ve birbirimizi sevmekten vazgeçmeyelimki korkulan günler gelmesin hiçbir zaman kahramanlar kahramanı prensim..
(yazan:zeynep melike)

Perşembe, Kasım 19, 2009

hızlı bir not.

pervinin rahatsızlığı hala devam ettiğinden dolayı,ve işlerin yoğunluğundan bu hafta yazı yazmaya pek vaktim yok,biras boşluk bulunca yazıcam inş.
sevgiler..

Cocuklarinizla konusun...

Bir gun susmayi ogrendim. Oyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktim. Cunku susmak benim kucucuk dunyamda babamla kurdugum iletisim tarziydi. Babam aksamlari eve yorgun donerdi. Ben butun gun evde sikilir, onun gelisini iple cekerdim. Daha o kapidan girer girmez boynuna atilir onunla oynamak isterdim. Babam sarilir, oper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazirlaninca annem cagirir bu defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konusurken ben araya girer, sesimi duyuramayinca da bagirirdim. Babam sinirlenir, 'Butun gun insanlara kafa patlatmaktan bunaldim, birde sen kafami utuleme!' derdi. Annem de 'Butun gun zaten seninle ugrastim, bir cift laf da mi konusturtmayacaksi n babanla?' diye cikisir, beni odama gonderirdi.
Caresiz bir sekilde boynumu buker odama yani hapishaneme dogru yol alirdim. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamiz bile yoktu, her seye sahip, hвlв ne istiyor anlamadim.' diye bagirmaya devam ederdi. 'Keske benim de bir odam olmasaydi, keske bizim de evimiz bir odali olsaydi da hep birlikte otursaydik' derdim icimden; ama yuksek sesle soylemeye cesaret edemezdim.
Yemekten sonra babam kanepeye uzanir, eline kumandayi alir, televizyon seyrederdi. Beni yanina cagirir biraz severdi. Onun izleyecegi onemli birsey varsa beni adeta yerimden bile kipirdatmazdi. Azicik hareket edip kosup oynamaya calissam oda hapsim yeniden baslardi. Bir gun anladim ki susunca babamla daha iyi anlasiyoruz. Bu defa susarak yapabilecegim oyunlar gelistirmeye basladim.
Once resim yaparak basladim ise. Babam cizdigim resimleri cok begeniyor; 'Bak, boyle uslu uslu oyna iste.' diyordu. Babam bazen goz ucuyla bakiyor, resimle ilgili bir sey sorsam afalliyordu. Ama bana kizarak beni artik odama gondermiyordu. 'Son gunlerde ne de akillandi benim oglum.' diye komsulara anlatiyordu annem halimi.
Resimlerim arttikca ortalik dagilmaya basladi. Annem 'Odani topla!'diye odama kapattiginda ise nereden baslayacagimi bilemiyordum. Ben bunlarla ugrasirken zaman geciyor; ama odami toparlamayi beceremiyordum. Annem odama gelip 'Bak sana resim yapmayi yasaklayacagim. ' dedi bir gun. Susuyor olmami usluluk olarak degerlendiren ailem resim yapmayi da elimden alirsa ben ne yapacaktim?
Bu dusuncelerle bir aile tablosu yaptim. Babam eve gelince uygun zamani kolladim. Her zamanki gibi yemekler yendi, odaya gecildi. Babam oturur oturmaz cizdigim resmi getirdim. Babam bakti. Him, dedi 'Cok guzel olmus. Bu adam benim herhalde.' dedi. Ben 'Hayir o adam degil, bu cocuk sensin.'dedim. O 'Hayir, bu adam benim, bu cocuk sensin, bu kucuk kiz da arkadasin.'dedi. Ben yine 'Hayir, o buyuk adam benim, bu kucuk adam sensin, bu kucuk kiz da annem.' dedim. Babam benimle ugrasmaktan vazgecip: 'Peki neden bizi kucuk cizdin?' dedi. Heyecanla basladim anlatmaya. Ben buyuyup adam olacagim. Is bulup calisacagim. Siz yaslanip kuculeceksiniz. Beliniz bukulecek, komsumuz Ahmet amca ile Ayse teyze gibi kucucuk kalacaksiniz. Ben isten geldigimde yorgun olacagim.

Siz benimle konusmaya calistiginizda isyerinde kafam sismis olacagindan sizi duymayacagim bile. Siz benimle bir seyler paylasmak istediginizde 'Hadi odaniza cekilin de kafa dinleyeyim.' diyecegim. Ve bir de bagiracagim 'Her seylerini aliyorum. Sicacik odalari da var, daha ne istiyorlar' diye.
Annemle babamin gozleri fal tasi gibi acilmisti. Duyduklarina inanamiyorlardi .. Bana sarilip beni oyle icten bir oksayislari vardi ki sonsuza kadar konussam hic bikmadan dinleyecekler gibiydi.

Farkinda' Olmali Insan...

Salı, Kasım 17, 2009

tarihe bir parantez(domuz gribi çığırtganlığı)

Dünyanın en ünlü tıp fakültelerinden ve uzmanlarindan gelen bilgileri derlediğiniz zaman, H1N1 ya da Domuz gribiyle ilgili çok çarpici gerçeklerle karşılaşıyorsunuz.
Önce domuz gribinden dunyada kac kisi olmus bu gune degin bi goz atalim:
Tam tamina 160 ulkede 1154 kisi.Avrupa'da 16 bin 556 kisi domuz gribine yakalanmis, ama 34 kisi olmus.(Artik domuz gribiyle ilgili istatistikler tutulmadigindan, bu sayi artmis olabilir.Ama 2009 yili ortalarinda sayi boyleydi.)
Yasaminiz suresince:
1. Saldiridan olme ihtimaliniz: 331/1
2. Duserek olme ihtimaliniz: 250/1
3. Silahla vurularak olme ihtimaliniz : 325/1
4. Zehirlenerek olme ihtimaliniz: 1400/1
5. Araba kazasinda olme ihtimaliniz: 5000/1
6. Bogaziniza bi sey takilarak olme: 5000/1
7. Suda bogularak olme ihtimali: 9000/1
8. Simsek carpmasi sonucu olme: 71.000 /1
9. Kopek tarafindan oldurulme: 137.000/1
10. Kuvette olme ihtimaliniz: 807.000/1
11. Sele kapilip olme ihtimali: 713.000/1
12. Yataktan dusup olme ihtimaliniz: 2 milyonda bir.
Domuz Gribinden olme ihtimalinizse: 8 milyonda bir. (Dunyada bin 1154 kisinin oldugunu temel alirsak)
Yani kuvette bogularak olme ihtimaliniz daha fazla!
Gelelim ortaligi velveleye veren diger muthis salgin hastaliklara:
Kus gribi: Dunya Saglik Teskilati (WHO) verilerine gore, 1 Haziran 2009 tarihine kadar kus gribinmden ölen sayisi 436.
Ama 1981'den 7 Temmuz 2009'a kadar 25 milyon kisi AIDS'den öldü.
Dahasi da var; 2005'den bu yana Veremden 1.6 milyon kisi oldu.
Hani SARS hastaligi vardi ya? Yetiskinlerde gorulen ust solunum yollari enfeksiyonu? Hani milyonlari yok edecekti? Olu sayisi 167!
Domuz gribine yakalanirsaniz bi tek ilaci var: Tamiflu
Bu ilacin sahibi GILEAD SCIENCES AS. Bu lisansla, ilaci Roche 2016 yilina kadar uretiyor. (Rothschild Ailesi destekli bir sirket)
Tamiflu'ya bi goz atalim:
1. ABD 25 milyon adet ismarlamis: Toplam 2 milyar dolar odemis.
2. Bugune kadar 65 devlet de ismarlamis.
3. Toplam 300 milyon adet4. Fiyati 70 dolar. Carpin 200 milyonla.Bu Firmanin yani Gilead Sciences AS'nin en buyuk hissedari ve Yonetim Kurulu Baskani kim?ABD ESKI SAVUNMA BAKANI DONALD RUMSFELD!
Ozetleyelim: Her ay Guney Afrika'da 50 bin kisi AIDS'den ölüyor. Dunyada her gun bin 600 kisi gene AIDS'den yasamini yitiriyor. Her yil on binlerce kisi araba kazalarinda can veriyor. Her yil sadece ABD'de 25 bin kisi cinayete kurban gidiyor. Her yil 80 bin kisi veremden hayatini kaybediyor.Ama biz kafayi neye takmisiz?
H1N1 Domuz Gribine!
Niye?
çünkü ilac şirketleri ve onlarin beslemeleri, AIDS, Verem, ne bileyim ben kizamik, kabakulak ya da açlıktan para kazanmiyorlar!
Asi olun olmayin... Ama önce gercekleri arastirin, öğrenin.
Kaynak : Star Gazetesi - Aziz Ustel

Pazartesi, Kasım 16, 2009

iyi haftalar.


Bitmeyen Senfoni sizcede bitermiydi :)

Buyuk sirketlerden birisinin genel muduru, gercek bir klasik muzik asigiymis.

Gunlerden bir gun, sehre unlu bir orkestra gelmis. Verecegi konserin en onemli parcasi da Schubert'in unlu 'Bitmeyen Senfoni' siymis'. Genel mudur bu eseri dinlemek icin cok hevesli olmasina ragmen, isi nedeni ile, konsere gidemeyeceginden, gelen davetiyeyi sirketin insan kaynaklari mudurune vermis ve;

"Lutfen bu konsere git ve bana izlenimlerini aktar" demis.

Genel mudurden aldigi talimatla, konsere giden insan kaynaklari mudurunden, ertesi gun bir degerlendirme raporu gelmis.

"Sayin Genel Mudurum" diye basliyormus.

"1- Dort obuaci konserin onemli bir suresinde bos oturdular. Bunlarin sayisi azaltilirsa konsere daha cok katkida bulunurlar.

2- Orkestrada on iki kemanci var. Bunlarin hepsi ayni anda hareket ediyorlar ve ayni notalari seslendiriyorlar. Bence ciddi bir yanlislik. Kesinlikle personel tasarrufu yapilmalidir.

3-Onaltilik notalara agirlik verilmis. Dogrusu buyuk ziyan. Seyirciler sekizlik ve onaltilik notalar arasindaki farki anlamaz. Bu nedenle; onaltilik notalarla eser calarak yuksek ucret alan elemanlar yerine, sekizlik notalari caldirip, dusuk ucretle calisan stajyerler kullanilmalidir.

4-Yayli sazlarla islenen pasajlar, nefesli sazlarla aynen tekrarlaniyor. Bu durum gereksiz tekrardan baska bir sey degildir. Dolayisiyla; tekrarlar onlendiginde, iki saatlik konser yari yariya inecektir.

Ozet olarak sayin genel mudurum; eğer Schubert bu önlemleri alsaydi "Bitmemis Senfoni" kesinlikle biterdi.

Arz ederim efendim".

Cuma, Kasım 13, 2009

hastayız teyzeleri.

evimizin kuzusu,kelebeği pervin yine acile taşındı dün gece 39.2 ateşle.bademcikleri şiş,burnu akıyor,ateşten gözlerini bile açamıyor,devamlı ayaklarında salla uyut beni modunda,ve zaten olmayan iştahı hepten terketti kızımı.
dün gece avicenna hastanesine acile götürdük,uzman çocuk doktoru her gece varmış o hastanede,burdan evimize yakın olan o koca bayrampaşa devlet hastanesinide kınıyorum,acile gitsen bir tane uzman hekim bulamıyosun,üstelik koskoca bayrampaşada bir tane bile özel hastanede yok şöyle tam teşekküllü,
neyse bu kısımlardan çok dertliyim aslında ama yazmayayım şimdi,doktor ilaçlar yazdı ,üç güne geçmezse tekrar gelin detaylı tahliller yapar iğneye felan başlarız dedi,inş.geçer,şifa bulur kızım.
bu arada evdeyken ben çok fena hasta oldum beni doktora götürün diye sayıklayan,üstelik doktor amcaya söyleyin bana iğne versin diyen o pervin sanırım doktor amcamızın enine boyuna cüssesini görünce biras ürktü:P
ne diller döktük ama açmadı ağzını,mecbur kaldık bizde iyiliği için sedyede kol ve bacaklarını tutmaya,çok ağladı ama üzgünüm,doktorun bakabilmesi için yaptık öyle canım kızım.
doktorla olan diyoloğumuz ilginçti yalnız;ilk girdik odaya daha muayeneye başlamadan soruyo doktor peşpeşe soruları:
-evde hangi ilaçlarınız var,en son ne zaman ilaç aldı,hiç ilaç verdinizmi,herhangi bir müdahale yaptınızmı(soğuk duş aldırmak gibi)
bizim cevaplar şöyleydi;
-uzun zaman önce doktora gittiğimiz için evdeki ilaçlar bitmiş,hiç ilaç yok evde(bulunsa iyi olurdu ama koşturmacanın içinde kim bakıyo ilaç kutusunun içine normal zamanda),hiç ilaç verilmedi,biz ikimizde çalıştığımız için iş dönüşü ateşinin gittikçe arttığını farkettik,daha geç olmadan kaptık geldik çocuğu,
yaa işin espirisi bi yana,üzüldüm ben aslında bu sorular karşısında,ilgisiz vede beceriksiz gibi hissettim böyle tuhaf bi duygu bastı içimi,
işte öyle dün geceki ateş bugünde devam ediyor,sabah namazdan sonra ılık bir duş aldırdım,annemlerde şimdi,
ve ben kızım ateşler içinde yanarken,nazlanmak ve teselli bulmak için isteği annesinin kucağından onu mahrum bırakarak işyerindeyim yine,bugün aradım telefonda başladı ağlamaya,sen nere gittin anne diye,daralan içim dahada bir düğüm bağladı boğazıma.
az kaldı kızım az kaldı annen öpüp koklayacak seni doyasıya,ve istediğin zaman sarılacaksın sıkıca boynuna annenin,Allah'ın izniyle,
çoğu gitti azı kaldı..

iyi hafta sonları size(tabi ben yarında çalışıyorum)

Bir varmış bir yokmuş, kadın sabah kalkmış, aynaya bakmış ve kafasında yalnız üç kıl saç görmüş.
"Hımm, demiş galiba bugün saçımı örgü yapacağım!!.."
Öyle de yapmış, günü de harika geçmiş!!...

Ertesi gün kalkmış,aynaya bakmış,Kafasında iki tel saç kalmışmış...
"H-M-M,"

"Bugün saçımı ikiye ayıracağım demiş..."
Dediğini de yapmış, harika bir gün geçirmiş...

Bir ertesi gene kalkmış,aynaya bakmış, kafasında tek tel saç var.
"Tamam, tamam demiş...artık bugün at kuyruğu yaparım...

"Öyle de yapmış, ve çok çok güzel bir gün geçirmiş...Daha bir ertesi,
aynaya baktığında,
Kafasında bir tek tel bile kalmamışmış!!!.
"WoW!" diye bağırmış.
"Bugün saç derdim yok!!!!"Bakış açısı herşeydir!!!.

Çarşamba, Kasım 11, 2009

avrupa kıtası gece görünüşü(uydudan çekilmiş)


bizim evin yerini gözterecektim size aslında ama gece karanlığında seçemedim:P

kombak gözlerini sevdiğim dilber:)


hemen hemen bir haftadır hormonlarımın duygusal havalar soluduğundan bahsetmekteyim,okuduğunuz üzere,romantik filmler seyredip arada ağlıyorum,şiirler yazıyorum,hayaller kuruyorum felan..
netice olarak artık duygusal bir açlığımın oluştuğunu farkedip geçen akşam iş çıkışı eve doğru gelirken arabada eşime;"bana romantik kelimeler söyle,şımart biras beni buna ihtiyacım var."dedim.oda sağolsun gayet şamata,şen şakrak gününde olmalıydı ki dediklerimi biraz tiiiye aldı,ileri geri komik cümleler kurdu bana:)
tabi ben şaka yapmadığımı söyleyip biras daha ısrar edince o tarihe geçecek romantik iltifatını söyledi bana:P
-"kombak gözlüm benim"(tabi devamında iyide bir kahkaha:D
iki gündür bu kombak benim dilimde şimdi,ileri geri laf dokundururken sonuna ekleyiveriyorum,oldukça komik oluyo zaman ve mekana uygun olarak..(netice olarak,bu tuhaf kelimeyi hatıra kalsın diye buraya eklemek istedim:)
not1:üşenmedim google dan araştırdım,trakya insanının(genelde balkan göçmenlerinin kullandığı bir kelimeymiş,bi yerde takla(atmak)anlamına gelsede,bana dediği şekliyle bir bilmecede rast geldim,örnek olması açısından yazıyorum bilmece şu:
tüylü tüylü,kombak gözlü(cevabıda eşek).
iç ses tesellisi:dünyanın en güsel gözleri eşeklerdeymiş,sanırım eşimde bana iyi bişey söylemeye çalıştı,ne düşünceli ay sağolsun valla:)
not2:(eşimim aileside biras bulgaristan göçmeni olduğu için sanırım bu kelimeyi duymuşluğu vardı,ben ilk kez duydum zira)

Salı, Kasım 10, 2009

ineklik etme,taksi tutma,metroya bin:)


dikkatimi çeken atatürk resimlerini biraraya topladım.


asker yönü ve askerliğine dair resimleri her daim karşımıza çıkıyor,ama bu kitap okurken,yüzerken,salalncakta sallanırkenki halleri,ne biliyim,görmeye alışık olmadığımız resimlerinden,yada bana öyle geldiler,ve ben atatürkün askeri değilde bu sosyal yönünü oluşturan resimlerden birkaçını biraraya toplayıp buraya eklemek istedim.
hepsi bu işte..

Pazartesi, Kasım 09, 2009

öylesine dökülenler.


...
bir teselli ver kırılan gururuma
bir tebessüm et unutursun zamanla
...
yine dalmışım elimde fotoğraflar
...
yine aylardan kasım
sanki sende kaldı bir yarım
her nefesim her anım
sanaydı canım
...
neden bilinmez tam yazmaya başlayacaktım bu şarkı çıktı karşıma,ve sanki şarkıdan bir hayal yumağı usulca süzülüp kalbimin tam orta yerine yerleşiverdi elinde hatıralarla..
aklımdan genel olarak günlerimden bahsetmek geçerken buda nerden çıktı böyle,beni etkisi altına alıverdi dedim hatta içimden,bukadar duygusal bir ruh haline kolayca girebilmemin son günlerde daha bi sık izlediğim kore dizilerininde katkısı olmadı değil,okuyanların biras şaşkınlıkla gülümsediğini düşünüyorum nedense şimdi,kore dizisimi,ne alakaki şimdi:)..?
herneyse,ben şimdi eve gitmek için eşimi beklerken,şarkıyı başa sarıp kaçıncı kez dinliyor oluşumu bile hatırlamazken,aklımda hayaller,elim klavyenin hüzün kokan harflerinde dolanmakta,
aşka sevgiye dair edebi cümleler kuracak kadar cesur değilim ben,aşk anlatılmaz yaşanır benim lügatımda,bundan dolayı belki hiç denemedim şimdiye dek bence aşk diye başlayan cümleleri.
yüzümü gülümsetip içimi sıcacık eden aşklara tanık oldum şimdiye dek bikaç kere,yaşanılanların aşk olduğundan hiç şüphe etmemecesine,neticesi ayrılık dahi olsa hiç şüphe etmediğim aşklar,beni bir bakışın baktığı gözleri senelerce ağlatan aşkların var olduklarına tanıklık ettirdikleri için tüm kalbimle teşekkür ederim size..

Pazar, Kasım 08, 2009

bir saniyelik tefekkürün vicdan muhasebesi.

...

Ne yapsa ne etse üstüne gitmişler
Mavi gökyüzünü ona dar etmişler.
Gazete de çıktı üç satır yazıyla
Uzamış sakalı çatlamış sazıyla
Birileri ona; ölmedin, diyordu
Ölüm yanında hüzünle gülüyordu.
Diyarbakırlıymış adı Bahtiyar
Suçu saz çalmakmış öğrendiğim kadar
Geçiyor önümden gül güzlü Bahtiyar

...

ne zaman dışardaki insanların arasında tireyen,insanlardan korkan,çocukça gözlerini yere dikip yürüyen birini görsem bu şarkıdaki bahtiyar gelir aklıma,ve bu şarkıyı ne zaman dinlesem,üzüldüğüm şeylerin ağırlığı benimde boynumu aşağı indirir,ve üzüldüklerime bişeyler yapamıyor oluşum,sızım sızım sızlatır içimdeki dünyamı,ve bigün filistinde,ırakta,doğu türkistanda nasiplerine korku ve yokluk düşmüş o insanlar karşıma dikilip,aşağı indirdikleri gözlerini kaldırdıklarında,gözlerime değerse bakışları,ve o gün ne derim ben onlara,bunca lütfedilmiş nimetlerin içinde yüzerken yinede mutsuzluklar ve sahip olamadıklarımı aklıma getirmişliğimin utancından yerin dibine girerim heralde,

sevgili bahtiyarlar;siz ekmek kokusuna hasret geçirirken günlerinizi,günde dört çeşit yemek yediğim,ve güsel uykum kaçınca can sıkıntısından dolapta duran tatlıları önüme alıp sizleri aklıma getirmediğim için affedin beni,nefsii dediğim için affedin beni olurmu..

Cuma, Kasım 06, 2009

ilginç dizaynlar.

(bu sandalyeden alırdım eğer görseydim,ikizlerim ve pervin hep beraber sığardık ne güsel(nasıl hayal ama:P

(telefonu şarj ederken aşağılarda olmadığı için çoluk çocuk kurcalayamaz ne güsel,sende rahat edersin telefonunda:)

Perşembe, Kasım 05, 2009

İKİ KARDEŞ


Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri her şeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler.
Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni fark etmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış.
Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış: “Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!”
Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tespit etmişler.
“Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan her şeyi gönderiyor.” Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle “yolun sonu”na yaklaşıyormuş. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar. Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar.
Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir”
Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyormuş.
O cevap vermiş: “Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor.”
Ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.”
“Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi.
“Hep burada kalmak istiyorum.”
“Elimizden gelen bir şey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.”
“Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” Diye cevaplamış öteki.
“Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu her şeyin sonu olacak.
” Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş: “Hem, belki de anne diye bir şey de yok!”
“Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi.
“Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?”
“Sen hiç anneni gördün mü?” diye üstelemiş öteki. “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.”
Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş.
Sonunda doğum anı gelmiş çatmış.
İkizler dün-yalarını terk ettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar.
Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş.
(Anthony de Mello’dan)

böylemidir ki acaba?

her aşkta kendini aradığından,
her sevdada bir benzerini bulur insan...
Yoko Ono'da John Lennon'dan,
Eva Braun'da Hitler'den,
Havva'da Adem'den izler vardır.
Ama sonunda kendinden de sıkılır insan elbet...
Gün gelir, terk edebilir en sevdiklerini bile...
Bir tek yalnızlığımız, ömür boyu yalnız bırakmaz bizi...
O yüzden bence aşk. tek kişiliktir.
(bir alıntı)

Çarşamba, Kasım 04, 2009

ben kalbimden başka yerde inan seni bulamadım.

bu hafta çok nostaljik bir havadayım arkadaşlar,türk sanat müziğinden başka bişey kesmiyo bu bendeki hali:)hep böyle çıkıp gelsin yıllar önce ardımda kalanlar havasındayım,çıkıp gelse ne olacak sanki ne değişecek,hiçbişey,çünkü anlamını yitirdi hissedilen tüm duygular,ne heyecan,ne kızgınlık,ne hayal kırıklıkları,nede o yeşilçam filmleri tadında kurulan hayaller..
şimdi ben böyle yazınca kimdir sana bunları düşündüren yada kimlerdir diye merak eden olursa,biri yada birileri değil be arkadaşım,nasıl desem,kendimi ifade edemediğim yada taraflarından yanlış anlaşıldığıma emin olduğum herkesle yarım kalan bi hesaplaşma arzusu bu bendeki,beni yanlış anladınız diye haykırma isteği,belki tüm hissettiklerimi içim dışıma çıkana dek cesurca söyleyip karşımdakilere,sonra öylece çekip gitmek,ve geride bırakmak yine geride kalanları..
elimde değil ardımda kalan keşkelerin hayali sıkıştırıyor beni ara sıra böyle,helede nostaljik bir iki şarkı,duygusal bir iki kelam duymaya göreyim,hoop hafızamın o en derin yerinden hortlatıveriyorum,ilkokula dek uzanıyor bu bendeki insanlar silsilesi abartmıyorum:) mesela sınıftaki aysun ve özge ikilisi çıksa gelse,konuşurken sesini yükseltmeyi sevmeyen ben,alır karşı duvara çarpardım ikisini,hayatımın iki yılında bana kendimi ezik ve gerizekalı hissettirmedikleri bir gün bile geçirttirmedikleri için,sonra o ikiliye karşı bana sahip çıkan erhan'a bir teşekkür edebilmek isterdim,ve adını şimdi hatırlayamadığım bir çocuk daha vardı sınıfta oda beni yanlış anlamıştı bikeresinde,nedense ilkokul hatıraları deyince bu dörtlü dün gibi dikileviriyorlar işte,daha bunun gibi bissürü insan,daha sonraki yıllardan üniversiteden arkadaşlar var mesela..
neyse bu güsel parçanın altına beri,ileri geri konuşup uzatmak istemiyorum yazıyı,ama bilin ki nihavent makamında titreyen bir teli var gönlümün,işte hatıralar o teli 8.5 şiddetinde sallıyorlar ara sıra,bu haftada yine beni inlettikleri günler yaşıyorum,eskisinden daha cesur ama biçok şeye daha pişman belkide..

Pazar, Kasım 01, 2009

ÖMÜR=3 GÜN

GENÇLİK;
zamanınız+enerjiniz vardır..
ama hiç paranız yoktur..
İŞ HAYATI-ÇALIŞMA DÖNEMİ;
paranız+enerjiniz vardır..
ama hiç zamanınız yoktur..
YAŞLILIK;
zamanınız+paranız vardır..
ama hiç enerjiniz yoktur..

"İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı İmân ile hayatlandırınız ve ferâizle (farzları yapmakla) zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz."

Bediüzzaman