Cuma, Nisan 06, 2012

별을 따다 줘(Pick the Stars /yıldızları topla)


komedi/romantik güzel bir dizi,arşivime eklemeliyim bazen gülümsemeye ihtiyacım olduğunda tekrar izleyebilirim..(o_O)

diyet hayatımda.

o kadar uzun bir zaman dilimi ki benim hayatımda bu diyet olayı,sanırım başaramayacağım la,ha gayret oldu olacak arası bir yerlerde diyebilirim.
yani gazetelerde ,internetde,orada şurada burada diyet adına yazılan kalıplaşmış cümlelere karnım tok,benim bildiklerim yazılanlarında ötesinde abartmadığımı da söyleyebilirim.
yani sözün kısası iki ciltlik bir diyet kitabı bile yazabilecek donanıma sahibim
1.cilt-yediklerimiz,yemememiz gerekenler,farkında olmadan yersek köprüden önceki son çıkışlar,kaloriler...
2. cilt-ise tamamen diyetin psikolojik yönüne dair.mesela neden yemeliyiz,ne zamanlar farkında olmadan eve doldurduğumuz abur cubur köşesiyle yakınlaşıyoruz,kim için ve de neye dair zayıflama hayalleri kuruyoruz,neden bu kiloya gelene dek hiç bir şey engel olamadı bize,ve bundan sonra bizi kilolara karşı sabırla zayıflamamızı sağlayacak nedenimiz ne,ve acil durumda (tatlı krizleri,umutsuzluk nöbetleri gibi)aranacak kimsemiz var mı?....
yukarıda yazdıklarımın sadece ön sözün ilk paragrafı olabilecek şeylerden çok şey çıkarabiliriz kendimize diye düşünüyorum başta kendime tabi ki..
samimiyetle söylemek isterim ki;ben ki bunca bilgiye ve de psikolojik kabullenmişliğime rağmen(fazla kilolu olduğumu kabullenip ne yapabilirim aşamasına geçebilme) ben neden ideal ölçülerde değilimin cevabı yine benim yaşadığım hayatın içinde gizli.
yani bahaneleri oldukça fazla biriyim diyebilirim,duygusal bir kişilik sahibi olmak hayatta gerçekçi düşünüp karar verenlere nazaran 1-0 yenik başlanılan maçlar gibi çoğu zaman,ama zafer kazanmak imkansız değil bununda altını çizmek isterim.
---
dışarıda güneşli bir gün yaşanıyor.ve imkansız değil hayallerimizdeki sırt dekolteli kırmızı elbiseyi giyip önden fırlamamış düz bir göbek,ve kat kat katlanmamış yağların yokluğuyla düz ve kıvrımlı bir sırta sahip olmak..
ben şimdilerde tüm hayal kırıklıklarıma ve de boynumu büken onca şeye rağmen bunu tembihliyorum kendime..
yeni ve taptaze günlerde yine dertleşmek dileğiyle..

Salı, Nisan 03, 2012

birşeyler demeliyim.

yarın diye diye ertelediğim ve hiç söyleyemeyişlerimde saklı  hissedilenler...
ertelemek..
ertelenmek...
yok bişey deyip deyip,var birşey diyememek..
kolon ve kirişleri çatlamış,ha yıkılıdı yıkılacak bir evin duvarlarını sıvayıp,çatlakları kapamak ve üstüne somon rengi boya badana çekip fahiş bir fiyata satışa çıkarıp alıcısını beklemek gibi...
ne kadar da yakışır somon rengi duvara pembe koltuklar,katıksız pembe hayaller gibi..
üzgünüm sevgili parmaklarım,
bu kadar karamsar cümleler yazmaya zorladığım için sizleri,
bu günlük böyle
ve dünlük,belki biraz da yarınlık..
iyi şeyler olmuyor da değil hayatım da..
iyi den öte süper şeyler bile var yazılmaya dair,
ama bu karamsarlık elimi ayağımı bağladı sanki son birkaç aydır,
toz pembelerimin kaybolan pembesinin derdine düştüm sanki,
oysa ben sevdiğinden duyduğu bir çift söze tav olan,yüreği kıpır atan biriydim bir zamanlar..
okuduğum masallardan güzel hayallerim vardı içinde atı olmasada prensin ziyaret ettiği,
her neyse..
yarın..
dostum dedimya yarın yazarım belki..
çünkü öyle bi çırpıda çıkmıyor yüreğe saplanmış onca hayalkırıklığı dikenleri,
tek tek,yavaşça ve de sabırla çıkarmak gerek...

Pazartesi, Nisan 02, 2012

Doğan Cüceloğlu eğitimdeki katılımcılarla..

Ben: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
Katılımcılardan Biri: Allah'a şükür, hocam, bildiğimiz kadarı ile yok.

B: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar
insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz? Cevap
neredeyse otomatik olarak çıkar:

K: Ölüm.

B: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek
şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir, ama bundan
sonra gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Diğer hiç biri insanların
tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim
ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi? Katılımcılar burada
sessizce, başlarıyla onaylamaya başlar. Öleceğim belli ise benim
ölümcül bir hastalığım olduğu da açıktır. Şu şekilde devam
ederim:

Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

K:Hayır

B:Şu saniye içinde olma olasılığı var mı?

K:Var.

B:Yarın?

K:Evet.

B: 30 yıl sonra?

K: Olabilir.

B: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor
musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden
biliyorsunuz? Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü genellikle
yaşama böyle hiç bakmamışlardır. Sözümü sürdürürüm:

B: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah
evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir?
Varmıdır böyle bir garanti?

K: Yoktur hocam.

B: Peki nereden biliyoruz, az sonra telefonumuzun çalmayacağını ve
evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar.

K: Hocam konuyu değiştirsek?

B: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam
edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam
birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu
bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz?
Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

K: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

B: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın,
gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan
birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz?

Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı
konular, tartışma ya da gerginlik konusu yaratır mıydı? Yoksa önemsiz
hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne
derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı
sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona "yüreğinizin taa
derininden gelen bir "seni gerçekten çok seviyorum" demeye ne gerek var
diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi
yoğunlaştırmaz mıydı? Burada bazı katılımcıların ağladığı olur. Belli
ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu
şimdi fark etmişlerdir.

B: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar
gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda
karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde "şimdi kalbini kırdım,
ama zaman
içinde ben ondan özür dilemesini bilirim?" diye kendi kabuğumuza
çekilip tartışmaları donduruyoruz. Kırgınlıkları tamir
etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?