günlerdir uzun uzun susma egzersizleri yapıyorum kendi kendime,ne bloga yazı yazmak geliyor içimden nede dolanıp yorum bırakmak,bir yalnızlık hissi bu içimdeki sorma gitsin,,
biliyormusun,haziran benim en sevdiğim aydır ve bi o kadarda hüzün doldurur içimi,ısıtırken,mesela doğum günüm,okulumun bitip arkadaşlarımdan ayrıldığım sene sonları,evlilik yıldönümüm bu aydadır,bu yüzden özlemle içime dönerim genelde bu ay ben,uzun soluklu olmayan hayallere dalar giderim,sanatsal ve o naif,duygusal yönüm çıkıverir ortaya sanki,elime fırça ve tuvali tutuştursan da vinci tabloları yapacak kadar resme olan aşkım depreşir,yada bi iskenden palanın bayan versiyonuda diyebiliriz:Pşiire olan düşkünlüğümden,yani hayal eder dururum beni mutlu eden şeyleri,sonra bi parça kızarım kendime bu hayallerimi gerçekleştirmek adına bi renk getirmediğim için hayatıma,,
sabah ve akşamları işe yürüyerek gidip geliyorum uzun zamandır yazmıştım daha önceleri,işte bu yürüyüşler destekliyor hayallerimi aslında,bi nevi dizi film tadında uzun metrajlı hayallere daldırıyor beni denilebilir:)
az önce leylayla telefonda konuştum,her konuşmamızda olduğu gibi yine eski günlere daldık,cep televizyonunun antenini masanın altından üç beş sıra öne uzatıp karıncalı çeken tv kanalında brezilya dizisi seyrettiğimiz o yarı korkuyla karışık maceralı günler birdaha geri gelmemek üzere gitti,ikimizde farkındayız bunun,belki farkında olmaktır insana böylesi dokunan kimbilir,her yaşın ayrı bir güzelliği var diyenlere muhalefet etmek değil amacım yanlış anlaşılmasın,elbette ayrı lezzetler her geçen yıllar,ama çocuk heyecanınla ağladığın türk filimlerinin tadı yok kendileride yok,ve daha acısı sende yoksun o eski günlerinde,,
..ben onüç yaşımı özledim haziran güneşini bile göremezken karanlık odamda şimdi :(
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder