Cumartesi, Mart 21, 2009

"Sen Evlenmeden Evine Gelmem!.."

Evlilik ömürlük bir yolculuk. Bazen eşler kırk yıl aynı yastığa baş koyar bazıları yıllarca özlem içinde yanarak yaşar. Her nasılsa bu gönüllere mekansal uzaklıklar mesafe açmada etkisiz kalır. ömrü kah hapishanelerde, kah ülke dışında geçen nice fikir adamı, şair ve yazarın, gurbete ekmeğini kazanmak için giden pek çok insanımızın evliliklerinin dumanı hasret ve sıla özlemine karışmış fakat evliliğin safiyetine gölge düşürmemiş. Çocuklarıyla bir başına kalan anneler, hem analık hem babalık vazifesiyle evlatları için “babasız büyüdüler” dedirtmemiş, kol kanat germiş.
Evlilikte iletişim becerileri denilince modern terminoloji, genelde mekan olarak bir arada yaşayan çiftlerin evlilik sorunlarıyla baş etme yöntemlerine öneriler sunar. Asıl beceri hasret ve meşakkati yaşayarak evliliklerini devam ettirenlerin tutumundadır oysa. Bu evliliklerin en hoş örneğini yaşayanlardan büyük şair, mütefekkir Necip Fazıl Kısakürek’in evliliği hususunda bizzat kendisinin kaleme aldığı satırlar oldukça duygu ve hayret yüklü.

Evlen evlen evlen…

Gittiği her yerde ve bilhassa çok sevip saygı duyduğu, kendisinden “Efendim” diye bahsettiği bir büyüğü, her ziyaretinde, “Evlen, evlen, evlen!..” der. Namaz emrinden sonra Kısakürek’e yönelik daimi ihtarı bu yönde olur. “Evime ne zaman şeref vereceksiniz?” diye her soruşunda, “Sen evlenmeden gelmem!” der. Necip Fazıl bir gün dayanamaz. “Efendim, ben münasibimi bulamıyorum. Siz bana muhitinizden, yakınlarınızdan birini bulun ve emredin… İsterse o hizmetçiniz olsun, hemen evleneyim!” “Yok, olmaz”, der mürşidi. “Sen bulacaksın ve kendi muhitinden bulacaksın!..” Bundan sonrasını Necip Fazıl bakın nasıl anlatır:

“Nihayet yoluma, otuz yedi yıldır çile ortağım, Neslihan çıktı. Bana nur topu gibi beş çocuk hediye eden sevgili zevcem… Dış yüzün dış yüzünde başlayan münasebet en kısa zamanda köklere kadar indi. Kendisini aldım, Eyüb’e götürdüm, evin önünden geçirdim ve biraz ilerideki (Piyer Loti) kahvehanesinde oturttum. ‘Bekle biraz’ dedim; ‘Kendilerine haber vereyim. Çağırırlarsa koşar, gelir seni götürürüm. İzinsiz çıkaramam huzurlarına…’ Kızcağız derin bir tevekkül içinde, oturdu, nasibini bekledi. Huzurlarındayım. ‘Efendim; bir kızla tanıştım, ismi Neslihan… Bildiğiniz modern kızlardan; Bâbanzadelerden. Buraya kadar da getirdim. Şu anda ilerideki kahvehanede oturuyor. Takdir buyurursunuz ki, zamane kızlarına güven zor. Şüpheliyim… Ne emredersiniz?”

O büyük zat bir anda şimşek gibi bir hareketle sorar “Üzerinde ne var?” “Yeşil bir manto, efendim!” Yine bir anda, şimşek gibi bir hız içinde, ani bir dalış ve uyanış haliyle, “Sen ondan değil, kendinden şüphe et!” Bu cevabı, “Suratımda şaklayan takdir tokadı” diye niteler Necip Fazıl. Bu ikazın coşkusu ve Neslihan Hanım’ın bu kadar güzel kabul edilişinin zevkiyle koşar adımlarla müstakbel eşinin yanına gider.

Küçük çekişmeler dışında…

Hızla evlilik işlemlerini başlatan Kısakürek, bundan sonrasını şöyle anlatıyor: “Efendi Hazretleri ileride, vasıtamla Neslihan’a gönderecekleri mektuplarda kendisine ‘kızım’ diye hitap edecekler ve benden ‘damadım’ diye bahis buyuracaklardır. Ki, zevcemle aramda, sadece Efendimin yümniyle, bereketiyle, benim yüzümden çektiği bin bir musibete rağmen küçük çekişmeler dışı, hainliğe kaçan hiçbir hadise ve bağ gevşemesi olmamıştır.”

“Şu adamın eşi olacağıma... dediğin oldu mu?”

Cuma 12 Aralık 1952… Sabahın saat 10’u… Necip Fazıl hüküm giyer. “Hapishanenin önündeyim… Yanımda zevcem… Çilekeş kadına sormak istiyorum. ‘Söyle; acaba içinden şu adamın zevcesi olacağıma, bir bakkalın, bir kunduracının karısı olsaydım! gibi bir duygu geçiyor mu? Söyle, hiçbir günü öbürüne uymayan bu belalı, bu netameli adam senden af dilemeye muhtaç mı?..’ Fakat çilekeş kadının asaletini biliyorum. O, bütün hayatı dalgalı bir ummanda ve kaptan köprüsünde geçen kocasından, sahilde sessiz bir balıkçı kulübesine mahsus bir yaşayış istemez!.. Ayrılık vakti geldiğinde, ‘Haydi güle güle! Dimdik durun ve neşenizden hiçbir şey kaybetmeyin! Beni iyi görmek istiyorsanız iyi olmaya bakın!..’ diyerek eşini uğurlar.

Neslihan Hanım mazlum ve mütevekkil bir halde oradan uzaklaşır. Necip Fazıl bu asaletli eşin arkasından o kadar gözyaşı döker ki, “Onları Toptaşı kasvet ocağının, asırlık, şerha şerha, süngere dönmüş duvarlarına verseydim, içemezdi, yutamazdı, alamazdı bu duvarlar” der… Neslihan Hanım gibi evliliğinde zorluklara göğüs geren nice çilekeş insanlar uçsuz bucaksız bir kum çölünün ortasında yemyeşil yaprakları ile etrafına neşe saçan sevgi ağaçları gibiydiler. Çölün kavurucu sıcağı kadar yakıcı meşakkatler, onların yeşeren umutlarını kurutamıyordu. Sadakatleri kelebek ömürlü olmamış, sevgileri ve evlilikleri mekansal sınırlamalarla çerçevelenmemişti…Kader, beyaz kağıda sütle yazılmış yazı
Elindeyse beyazdan, gel de sıyır beyazı
(N.F.KISAKÜREK)

1 yorum:

nevbahar01 dedi ki...

ÇOK HOŞMUŞ. NECİP FAZIL IN EVLİLİĞİNE SAİR HİÇBİR ŞEY BİLMİYORDUM , ÇOCUKLARINDAN DA BİRİNİ BİLİYORDUM SADECE.

TEŞEKKÜR EDERİM PAYLAŞTIĞIN İÇİN...