Çarşamba, Eylül 09, 2009

GÜN€Ş DOLAYISIYLA KAPALI

Bir şehir, bir soru, bir sevgili ne zaman ve ne için terkedilir? Bir dükkan ne zaman kapanır? Bütün bu sorular bizi Saraybosna'daki bir dükkanın camına asılan bir kağıda götürsün: "Güneş dolayısıyla kapalı." Cenaze dolayısıyla değil, güneş dolayısıyla kapalı. Dükkan sahibi güneşi görünce dayanamamış yürüyüşe çıkmıştır. Bunu ancak İstanbul'u bir kimlik olarak kalbinin üstünde taşıyan savunabilir, isteyebilir. Namaz kılmasını bilmeyen Bakü'lü bir ressam bile bilir bunu. O sürekli şöyle bahseder İstanbul'dan: "Mübarek İstanbul!" Babasından öğrenmiştir bunu. Cezayir'de kız çocuklarının ismidir İstanbul! Cezayir sokaklarında hep İstanbul vardır...
Biliyorum ki bugünkü aklımızla, Batı aklıyla, bunu anlamamız zordur. Tıpkı dükkanlarına "Güneş dolayısıyla kapalı" duyurusunu asanları anlayamadığımız gibi. İstanbul'a Batı'dan bakanlar için bu ve benzeri davranışlar, iş disipliniyle bağdaşmayan, başarısızlığı beraberinde getiren çocuksu davranışlardır. Onlar değilmidir yedi gün, yirmi dört saat çalışmak ve hep daha çok kazanmak isteyen ve her şeyi bu uğurda harcayanlar? Onlar için bir Müslüman tembeldir. Çünkü sabahtan akşama kadar çalışmamakta, hatta öğleleri bile uyumaktadır. Bir insanın hayatında daha az eşyaya yer vererek, ömrünü bunları sürekli yenileme saplantısından özgür kılmış olarak, kendine ve sevdiklerine daha çok vakit ayırdığı mütevazı bir hayat, ne güzel bir hayattır oysa. Bunun adı tembellikse, aylaklıksa varsın öyle desinler; Tanrım bu ne güzeldir! Ne güzeldir bir yaz rüzgarını yastık yapıp, güneşli günleri yorgan gibi üstüne çekerek, göğsünde bir çocuğun, bir sevgilinin kokusunu duyarak uyumak...
Ah, tembel hüznüm! Tut kolundan getir onu bana. Gelmiyorsa tut kolumdan beni götür ona. Mavi bir gömlek ve beyaz bir pantolon olsun üzerimde. Keten. Medine havaalanında sırt çantamı yere koyup, sol elim cebimde sağ elimle alnımdaki teri silerken, saçlarımu düzeltirken derin bir nefes alayım her şeyin üstüne. İsa soluğu gibi bir nefes. Bulunduğum yerde üç yüz altmiş derece dönerek seyredeyim seni hayatımın çıplak gerçeği. Bir taksi bulayım sonra: "Son Peygamber'in evine, lütfen!" Bu bir eve dönüş yolculuğudur. Güneşli bir yaz sabahı, bütün ailenin bir arada olduğu kahvaltıya yetişmek gibidir. Peygamber efendimizle, değerli arkadaşlarıyla birlikte kahvaltı etmek, Hazreti Ömer'le yumurta tokuşturmak içindir...
Sol kolumu koltuğun üstüne uzatmışken arka pencereden arkama bakayım. Emin olayım hatalarımın, zaaflarımın, kanlı sesimin beni takip etmediginden. (Herkes bunun için mi bakar arkasına?) Yanımda güzelliklerim kadar küçük bir sırt çantası. Onu sımsıkı tutayım. Bırakmayayım.
Kahvaltının bittiğini, masanın toplanmış olduğunu, herkesin gittiğini görmekten korkarak, günahla sürmelenmiş gözlerimle seyrediyorum dünyayı... Ve ben aşkın, şefkatle bir kusurumu düzeltir gibi, gömleğimin yakalarını düzelten eller oldugunu biliyorum.
O elleri özlüyorum... İBRAHİM PAŞALI

2 yorum:

Gelin Ayşe dedi ki...

Cok etkileyiciydi. Begenerek okudum ablacim.

tugbatugba dedi ki...

ayrıntıar vardı onları yazmamışsın şeker....