Pazartesi, Mayıs 19, 2008

O benim karaciğerim değil!


Büyüyor...
Geceleri yanımda yatan meleğe bakıyorum. Sanki yatağa çizilmiş gibi. Sonra dualarım başlıyor tabi...
Sağlığı için, geleceği için...
Şimdi bir de kreşe başladı. Artık kendine ait özel bir dünyası var. Arkadaşları, öğretmenleri, arkadaşlarının aileleri...
Bir sabah onu okula hazırlarken "sen ne yapacaksın ben gidince?" diye sordu.
"İşe gideceğim" dedim ben de.
"Mina, anneler işe gitmez, gazeteye gitmez dedi. Sen neden gidiyorsun?" dedi.
Buyurun bakalım.
Ertesi gün öğretmeniyle konuşurken küçük kızımın bana anlattıklarını aktardım. Çok şaşırdı. "Ama Mina'nın annesi de çalışıyor" dedi.
Kızımın en sevdiği arkadaş listesinin ilk ismi dünyalar güzeli Mina ile kızımı seyrettim camın ardından. Ellerindeki bebeklerle küçük iki insan bıcır bıcır sohbet ediyorlardı. Kadın kısmı böyle işte, muhabbete düşkünlüğü bu yaşta başlıyor.
Okuldan çıkıp arabaya bindiğimde neden böyle bir şey söyledi diye düşündüm. (Sanırım hayatımın sonuna kadar neden böyle söyledi diye düşünüp duracağım)
Sonra konuşmayı daha geçen yıl öğrenmiş olan bir insanın bir sohbeti ne kadar sağlıklı devam ettirebileceğinden şüpheye düştüğüm gibi bana aktarırken ne kadar başarılı olabileceğinden de emin olamadım.
Öyle ya, acaba ne konuşuyorlardı?
Acaba şöyle bir diyalog muydu?
"Mina senin annen kız mı?" (Bunu herkese soruyor çünkü. Sen kızsın değil mi anne, babam erkek değil mi anne, Hilal teyzem de kız değil mi anne?)
Mina olasılıkla şu yanıtı veriyor:
"Evet, herkesin annesi kız olur"
Benimki annesi gibi konuşmayı seven bir dişi olarak devam ediyor:
"Senin annen gazeteye gidiyor mu?"
Doğal olarak Mina "Anneler gazeteye gitmez" diyor. Benim güzel kızım için yeterli bir yanıt!
Bu arada okulun ilk günleri sıklıkla Cem'i dinliyorduk. Sonra "Ege aşkım" aldı sırayı. Bugünlerde ise Mehmet'ten bahsediyor.
Mehmet bir büyük sınıfta. Dört yaş grubunda. Serviste beraberler. Tabi okul ile ev arası iki kilometre bile değil ama Lal mümkün olduğunca sosyalleşsin diyerek tıpkı masal kitabımızın kahramanı Paki gibi servise bindiriyoruz. Kızım onu okula götürecek servis arabasını gördüğünde müthiş heyecanlanıyor.
Ve ben bu minik insanın her tepkisine bayılıyorum.
O, uzun saçlı, her sabah etek giymek isteyen, süsüne düşkün bir küçük kız.
Annesine her yeni gün yepyeni şeyler öğreten ve vaad eden bir insan...
İstediğini anlatıyor, sorduğum sorulara isterse yanıt veriyor.
Giderek gizemli ve karışık olma ihtimali beni ürkütmüyor desem yalan olur.
Geçtiğimiz günlerde Dr. Erdal Atabek'in "Başarılı İnsan Başarılı Yaşam" dizisinin birinci kitabı olan "Başarı adım adım"ı okumaya başladım. Bir çocuğun diliyle anlatılan gelişim ve büyüme sürecini bir de bu gözle okumak öyle rahatlatıcıydı ki...
Galiba kucağımıza verdikleri ilk andan itibaren bütün çabamız "o"nunla bir iletişim kurabilmek.
Onu anlayabilmek.
Onunla "birlikte" kalabilmek.
Ama artık çok iyi anlıyorum; o benden bağımsız bir kişi. Bunu bir şekilde kabul edeceğim. Zor olacak ama kabul etmek zorundayım. Üstelik hemen!
Yaşamım boyunca (anne olana kadar) annemin beni karaciğeri sanmasından şikayet ettim. Ondan bağımsız bir kişi olduğumu anlaması için didindim durdum. Meğer bunu anlayabilmek ne zormuş...
Sevgili anneler, birbirimize yapabileceğimiz en büyük iyiliğin yavrularımızın "birey" olduğunu birbirimize, kendimize ve ona gecikmeden hatırlatmak olduğunu düşünüyorum. Değil mi?
İclal Aydın

Hiç yorum yok: